Ne de okşuyor gönlü ne hoş geliyor kulağa ne kadar cazip ve çekici şu kelimeler… Hani başlıkta kullandığımız kavramları söylüyorum. Çok az insan bu heyula hazzın peşinden takılıp gitmiyor. İnsanoğlu kendisi hakkında konuşulmasını, bilinmeyi, hayran olunmayı ve şöhrete kavuşmanın heyecanını ne vakittir böyle arzuluyor acaba? vakti bilinmez de şan şöhret makam mevki ve türevleri pek hoşuna gidiyor insanın.
Kişi kendisinden sitayişle, hayranlıkla, gıptayla bahsedilmesini tarifi zor bir hisle umut ediyor ve keyif alıyor. Hemen herkeste bu olduğuna göre öyle kötülenesi bir his olmasa gerek. Herkes kendince meşhur nitekim. Sizin de çapınızca bir çevreniz var ve her hâlükârda arkadaş grubunda adınız geçiyor, hiç olmazsa piknikte mangalın başında siz oturuyorsunuz.
Elbet “mangalı kim iyi yapıyorsa şöhret de onun hakkıdır” demek için atmadık başlığı. Dün de vardı adının ta dünyanın öbür ucundan bilinmesini isteyen bugün de olacak. Şan, şöhret bir cazibe insan için ve çok güçlü bir his. Yaşattığı duygu seli, verdiği haz, sağladığı avantaj, oluşturduğu hava biz insanlar için dayanılmaz bir makam. Hissin yanında getirdikleri bu dünya için harikulade şeyler; para, konfor, refah, şatafat…
Yok, buradan yola çıkıp şöhret sahibi olanlara sataşacak da değilim. Demem o ki Paşam, insanı insan yapan temel değerler arasında dünyalık makamların, günlük şöhretlerin, geçici mevkilerin yeri çok az hatta haklı şöhretlerin ve kazanılmış makamların içini insan olanlar dolduracak.
Hilkat ve erdeme kendini bilmek yakışır. Makam, mevki, derece, unvan, şan, şöhret kendini bulma yolunda vesile olmaktan çıkar ve asıl gaye olursa geriye ne kendin kalırsın ne erdem.
Özellikle makam sahiplerinin diğerlerine göre çok daha fazla sorumluluğu ve ağırlığı olsa gerek. Hırs ve tamahla, ezerek ve harcayarak elde edilmiş mevkiler sahibine acı ve ıstırap verebilirler. Hakkı olmadığı halde bir makamı işgal edenler her şeyden önce o makama haksızlık etmiş olmazlar mı?
Makam nitekim bir “üst” olma sorumluluğu taşır, kendince bir ağırlığı ve üzerine aldığı inisiyatifler vardır. Orada verilen kararlar sadece kişiyi değil “alt” olma mesabesindeki diğer insanları da teşmil eder. Oysa ki insan “insan” olma hasebiyle aynıdır, mevzu aynılık içinde seni özel ve nitelikli yapan şeydir.
Makamların hak edene verilmesi tarih boyu özellikle büyük toplulukların, devlet kurmuş milletlerin ana gündemlerinden biri olmuştur. Böyle olması elzemdir de nitekim. Zulüm insanın insana yapabileceği en büyük cürüm olsa gerek ve makamlar, mevkiler buna teşne ellerde zulme en kolay vesilelerden biri oluvermiştir. Bundan dolayı makama hak etmeyeni getirmek o makamın kapsama alanında olan reayaya zulümdür. Bununla kalmaz o makamın şahsında temsil edilen otoriteye de zulüm olur ve asıl ehliyeti olmadığı halde o makamda bulunanın kendine zulüm olur.
Makamlar ve mevkiler birer vesile, insanlık adına birer basamak ve araç olmaktan çıkar ve asıl gaye, amaç haline gelir sonra da insanın önüne bir hedef olarak konursa “asıl” ortadan kaybolur, aslı kaybettiğimiz zaman ihtiras sahibi birer fert oluruz ki bu zaten bir toplumun fesadı için yeter bile. Mevzunun şöhret kısmına gelebilmiş değiliz malum iki cümle ile geçiştirilecek bir şey değil. Sonraya bırakalım Paşamın izniyle.