Bugün siyasi mülahazalardan uzaklaşarak, manevi bir yolculuğa çıkartma düşüncesiyle kaleme alıyorum yazımı ve samimiyet üzerine bir hasbihal havasında önemli bir konuya değinmek istiyorum...
Özellikle günümüz yaşam tarzında eksikliğini her geçen gün daha çok hissettiğimiz bir kavram olarak karşımıza çıkıyor samimiyet kelimesi...
Samimiyet, içten olmak, düşündüğü ile yaptıkları ve söyledikleri arasındaki uyumun ifade edilmesi şeklinde tarif edilebilir.. Ben samimiyeti, Mevlana'nın "Ya olduğun gibi görün, Ya da göründüğün gibi ol" sözüyle en iyi şekilde özetlenebileceğini düşünürüm...
"Samimiyet, halk nazarında "şahsiyet dili'nin vazgçilmez bir esası olduğu gibi Hak katında da adeta bir kulluk kalite belgesidir. Dinin en önemli gayelerinden biri, samimi bir insan tipi ortaya çıkarmaktır. Allah Resülü (SAV) bir gün üç kez peş peşe şöyle buyurur: "Din samimi olmaktır, din samimi olmaktır, din samimi olmaktır.."
Diyanetin bu seneki kutlu doğum etkinliklerinin de ana teması olan; "Din Samimiyettir" Hadis-i Şerif'i bütün etkinliklerinde kullanılmasına karşın ihtiva ettiği anlam yeterince aktarılamadı...Özellikle günümüzün çıkar odaklı yaşam tarzının yaygınlık kazandığı bir dönemde, gönüllerin en çok ihtiyaç duyduğu, hasretini çektiği bu kavramın layıkıyla tanıtılması elzem bir hal aldığı tartışılmaz bir gerçektir...
Dinimizde samimiyetin, çok ehemmiyetli bir yeri vardır, nitekim bütün ibadetlere niyet ile başlanır ve o ibadetin hangi düşünceler ile yapıldığına göre, bir ecir kazanır... Niyet ile o ibadeti yaparken zihinde oluşan gerçek sebep, Yüce Mevlamız tarafından bilinir ve Riya (gösteriş) karışmamış bir ibadet hem Rıza-i İlahi'ye mazhar olmaya sebep olur hem de hesapsız ecirlerin hanemize dahil olmasına vesile olur... Yani ibadet için ettiğimiz niyet ile o ibadeti yapmadaki gerçek gaye arasında çelişki değil samimiyet olmalıdır.
Konuya bir Hadis-i Şerif ile devam edelim:
"Kötü zihniyete sahip bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız mestini çıkararak (onunla su çekip köpeği suladı). Bu sebeple kadın mağfiret olundu."(Cennetlik oldu) [Müslim, Tövbe 155, (2245)]
"Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşerâtından yemeye de salmamıştı." [Buhârî, Bed'ü'l-Halk 17, Şirb 9, Enbiya 50; Müslim, Birr 151, (2242)]
Yukarıdaki hadislerde Peygamberimiz (asm) bir kadının bir köpeğe su vermesinden dolayı aldığı mükafat ile bir kadının kediye verdiği zarardan dolayı aldığı cezayı ifade etmektedir. Bazı Hadislerde ise kediyi eve hapseden kadının imanlı olduğu da belirtilir ki buradan şu anlam çıkartmak mümkündür; Allah'a yaptığımız ibadetlerimiz aşkla olmalıdır ki, "yaratılanı Yaratan'dan ötürü sevelim"... İbadetlerimizdeki samimiyet ise, yapmak zorunda kalındığı için alalade olarak yapılan değil, "Huşu" içinde yapılarak, minnet ile şükürlerimizi eda etmek suretiyle olmalıdır...
Her iki hadiste de bir hayvana yapılan eziyet ile ona yapılan yardımın karşılığının nasıl olacağı haber verilirken, hayvan sevgisinin dinimizde önemi asırlar öncesinden dile getirilmiştir... Yüce Mevla'nın yarattığı her canlıya hikmet nazarıyla bakmak, ibret almak ve Rabbimizin yaratma kudretini, noksan sıfatlardan münezzehliğini doğanın şahitliğinde temaşa etmek mü'min'in ziynetidir..
İbadetlerimizdeki samimiyet kadar, yaptığımız tövbelerde de samimi olmamız gerektiği bir ayete şöyle belirtilir: "Ey iman edenler; Allah'a nasuh tövbesi ile tövbe edin, umulur ki Rabbiniz sizin günahlarınızı örter..."(Tahrim-8) Ayette geçen "nasuh" kelimesi, halisane, içten ve samimi olarak tefsirlerde geçmektedir.. Tövbelerin kabul olması için, samimiyetle yapılmış olması aranan ilk şart olarak karşımıza çıkması, samimiyetin önemini bir kez daha hatırlatır bize...
Samimiyet ile yapılan bir iyiliğin, bir davranışın, Cenab-ı Mevla nezdinde çok kıymetli olduğu, anlatılan onca hikayelerle bilinmektedir... Bu konuya en iyi açıklığı getirecek ve benimde her hatırladığımda içimde derin izler bırakan bir hadiseyi burada yer vermek istiyorum:
Süleymaniye ve bir bakraç yoğurt...
Osmanlı Devleti döneminde her padişah için, memleketinde herkesin istifadesine açık bir hayır kurumu yaptırmak en büyük ideal idi.
İşte bu düşünce ile Kanunî Sultan Süleyman, Süleymaniye Camiini yaptırmaya başladı. Ancak o, yaptıracağı eserin yalnız kendi defterine kaydolmasını arzu ediyor ve hiç kimsenin yardımını kabul etmek istemiyordu. Onun için, tüm çalışanlara sıkı sıkıya tenbihte bulunarak "Kimseden yardım kabul etmeyin" diyordu.
Süleymaniye Camii' nin duvarları günden güne yükselmeye başladı. Karşıdan bu camiyi mahzun mahzun seyreden bir nine vardı.
Bu yaşlı kadın ineklerinin sütüyle geçiniyordu.
Bir gün gariplik içerisinde kendi kendine, "Ey Allah'ım, Kanunî'ye servet verdin, mülk verdin. Senin uğrunda bir cami yaptırıyor. Bu fakir kuluna bir şey vermedin. Ne yapayım da, ben de Senin rızanı kazanayım? Benim elimden böyle işler gelmez. Elimden gelen, yoğurt yapmak” der ve ertesi gün bir bakraç yoğurt yaparak ustalara ikram eder.
Kavurucu sıcağın altında çalışan ustalar kendilerine buz gibi yoğurdu ikram etmek isteyen nineye, padişahın izni olmadan yoğurdu alamayacaklarını söyleseler de, ninenin ısrarına dayanamayıp, yoğurdu alıp yerler.
Büyük hükümdar, o gece rüyada, yaptığı işin mizanda tartıldığını görür. Fakat mizan terazisinde bir gariplik vardır. Terazinin bir kefesine Süleymaniye Camii, diğerine ise bir bakraç yoğurt konulmuş ve yoğurt camiden ağır gelmiştir.
Hayretler içerisinde uyanan Kanunî Sultan Süleyman, sabah olunca büyük bir şecaatle ustaların yanına gider: "Ne yaptınız, kimden ne aldınız?" diye sorar. Korku içerisinde olan ustalar: "Yaşlı bir nine geldi, sizin izniniz olmadan alamayacağımızı söylemememize rağmen çok ısrar etti: “ Beni bir bakraç yoğurt sevabından mahrum etmeyin oğlum” diyerek yalvardı. Sıcağa ve ninenin ısrarına dayanamadık, getirdiği yoğurdu yedik" derler.
Ustaların anlattıklarını dinleyen büyük hükümdar gördüğü rüyanın hikmetini anlar.
Allah rızası için yapılan işlerin büyüklüğü değil, içtenliği önemlidir. Samimiyetle yapılan her davranış karşılığını her iki cihanda da bulacaktır Yüce Mevla'nın izniyle...
Sevgide Kalın, Hoşçakalın...