İnsanlık gördü ki öyle bir devlet,
Silahında değil, gönlündeydi savlet.
Tâ Horasan’dan çıkıp gelen Erenler,
Arkadaşlarıydı, teklifsiz can verenler.
Neden, niçin diye sormazdı hiç yiğitler,
Bunun adı aşk idi, arkasında hikmetler…
Ufuktaki erdemin vârisiydi Osman Gâzi.
Leyleğine hastane yapmıştı bu şanlı mâzi.
Kelamda kibarlıktı, Orhan’ın her duruşu,
El sürmedi hazineye, korudu her kuruşu.
Nidâ ile Rabbine yalvaran Murat Han,
Duâsına nâil oldu, o büyük kahraman!
İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciun.
Nasibin şehitliktir ve de Peygamber komşun.
İlâyı Kelimetullah tek gâyesiydi Sultan’ın,
Orhan’ın yiğit torunu Yıldırım Bayezıd Han’ın.
Sardı İstanbul’un çevresini hisar ile,
Muhasara kolaylaşsın, uçmasın kuş bile.
Arada kaldı hepten bu sahipsiz şehir,
Neden düşmez bu kale, bilinmeyen sır nedir?
Lâleler mi solacak bu güzel baharda?
Işıklar mı sönecek bu kutlu diyarda?
Yarının adı fetret devri mi olacak?
Ankara’nın ovasına ihânet mi dolacak?
Serdarlar başsız koymaz ulu gâzileri,
Allah’ım sen koru bu eşsiz neferleri.
Kalktı düştüğü yerden bu milletin yiğidi.
Lâl olan Yıldırım; yüzüğünde zehiri.
Ardındaki harabeye sevinen Topal Timur,
Devletine veremedi beş on senelik ömür.
Istıraplı gönüller Çelebi’ye verdi gayret,
On senelik çalkantı sona erdi nihayet.
Sultan Mehmet Han oldu Fâtih’e dede.
Murat Han’ın babalığı târihin sahnesinde.
Ardına bakmadan tâcı, tahtını bıraktı.
Numuneydi cihana, ne büyük ferâgattı.
Letâfet vazgeçmekti; anladı bu işi.
Irkına da örnekti tahtından gidişi.
Fâtih olmadan Mehmet, önce sultan oldu.
Avrupalı haçlıya hemen bir heves doldu.
Tahtta gözü olmayan baba Murat Han’a,
İlk emrini gönderdi, ün saldı cihana.
Han isen eğer baba, tahtına geç!
İslam’ın devleti darda, ordunu seç!
Ne demektir bu dersen, şimdi benim sultan.
İlk emrimdir: Komutansın, kılıç kuşan!
İstanbul tek gâyeydi Büyük Sultan’da,
Sultanlık dünya süsü, onun gözü ummanda.
Talebeydi Fâtih, önce Molla Gürani’ye,
Akşemseddin’den aldı şahsiyete terbiye.
Nasıl olmalı hazırlık bu kutlu belde için?
Böyle gitmez artık, gerçekleşsin feth-i mübin!
Urganlar demirdense Haliç’i çevreleyen,
Latalar dizilsin toprağa, akılları delen!
Allah isterse eğer, yoktur ona imkansız,
Susuz yürür mü gemi? Yüreklerde imansız.
Atılan toplar sanki surları okşuyordu,
Kale kapıları, “gel kardeşim gel” diyordu.
Lâhuti yardımda Ubeydullah Ahrar önde,
Akıl susar, göz hayrandır; inci gibi her yerde.
Dayanmaz oldu artık kalenin burçları,
Iskalar mı hedefi? Urban’dır ustaları.
Fâtih’e nasip oldu bu kutlu saadet,
Allah’ım sendendir bu millete inâyet.
Târihine nakşetti bu şanlı zaferi,
İlân ile mâlum idi sekiz asırdan beri.
Hilal elindeydi Ulubatlı Hasan’ın.
Edirnekapı’dan şehre giriş yapanın,
İlk emriydi o kahraman gazisine:
Sakın dokunmayın aman dileyene!
Târumar etmek değildir bizim işimiz,
Adâleti yaşatmak gâyesidir gelişimiz.
Nebi’nin müjdesine mazhâr olan Sultan,
Bilirdi ki bu inâyet kendisine Hakk’tan.
Uzun senelerdir çekilen bu hasretin,
Lezzetini tarife gücü yeter mi dilin?
Uykuları kaçıran bu büyük davanın,
Peygamberdi müjdecisi, küçük görme sakın!
Eyyub el-Ensâri burçların en dibindeydi,
Yeri zâhirde değil, cennetin kalbindeydi.
Gösterdi sahabenin makamını ilham ile,
Akşemseddin’e bende, bu şehrin Fâtih’i bile.
Makamı başkaydı Fâtih’te, o büyük dervişin,
Bir dediği iki olmaz, sırrına mazhardı işin.
Erdi nihâyete Bizans feth-i mübin ile,
Rengi İslam’dı artık büyük mâbedin bile.
İstanbul da hasretti böyle bir millete,
Makamına erişti, son verdi zillete.
Senelerin eskittiği bu kutlu şehir.
Açtı gözünü çağlara, dilinde Tekbir.
Kalemler çok şey yazdı İstanbul için,
Liyâkat cismindedir, ismini geçin.
Atamız Fâtih’in gâyesine saygıda,
Dönmese de dilimiz, kalemimiz sayfada.
Issız bu ilklemenin şudur ki maksadı:
İstanbul kendini Osmanlı’ya sakladı.
Osmanlı, Fâtih’ini İstanbul’a sakladı.
Fâtih’e İstanbul’u Peygamberim sakladı.
Duânızı eksik etmeyin efendim.