Sevdası vebali, günahı şiir
Hayali sözlüsü, nikâhı şiir
Kurşunu dilinde, silahı şiir
Ansızın yürekten vurandır şair
Şair, duyguları hiç tatile çıkmayan bir insandır. Gece düşünde, gündüz hayalinde hep bir misafiri vardır kâinattan kopup gelen. Gülü, bülbülü, ayı, yıldızı, dağı, taşı, göğü, arzı ve tabi ki kalbinin güzelini gönül sarayında ağırlar durur yedi yirmi dört. Bütün bunları kendine bahşeden Yaradan’ı da gönül tahtına oturtur. Şair, var olan hiçbir şeyi inkâr etmez, küçümsemez, hakir görmez. Bazen soyut olanı somutlaştırır, bazen somut olanı soyutlaştırır ama yok saymaz. Kimi zaman kırılır şair, sevgiliye, dünyaya, hayata, zamana, ama asla bütünüyle küsmez hiçbir şeye ya da hiçbir kimseye. Şair, mümin bir yürek taşır bağrında. Yaratılanı sever Yaradan’dan ötürü. Elbette hata da yapar, günah da işler, nihayetinde insandır. Ancak kalbindeki yumuşaklığın, Allah’ın merhametinin delili olduğunu bilir.
Dünyadaki, ülkedeki, şehirdeki, mahalledeki ya da ailedeki herhangi bir olumsuzluk, ilk şairin gözüne batar, gönlünü mutsuz eder. Maddi manevi bütün sıkıntılar, mutluluklarda olduğu gibi şiirine konu olur. Meseleyi de çözümü de şiirinin dilindedir onun. Gözlemi kuvvetli, duygusu tezdir, nesne tutuşmadan yanık kokusunu alır. O yüzdendir ki şairleri olmayan milletlerin gelecekleri umuttan yoksundur. Şair, çözüm üretirken, umut etmeyi, hayal kurmayı ve bir sonraki hamleyi insanlığın düşüncesine üfler.
Cahit Zarifoğlu’nu bütün şairlerin sözcüsü edelim ve ne diyor dikkat kesilelim: “Ey şair, uykudan uyan ve şimşek gibi çakan şiirlerinle bütün uyuyanları uyandır. Ölen duyguları canlandır, unutulan görevleri hatırlat. Dikkatle bak, bir tomurcuk daha açtı, ağaçların içinde özsu boruları genişledi, balıklar suları neşelendirdi, gök gürültüleri duyuluyor ve kış uykusuna yatan yaratıklar bile güneşli kayaların üzerine birikiyor. Haydi, ey şair, sen de uyan ve şimşek gibi çakan şiirlerinle insanları uyandır, ölen duyguları canlandır, unutulan görevleri hatırlat. Bununla da kalma, uyuşup kaldığın izbeden ayrıl, insanların arasına karış ve onların öbek öbek toplandığı ağaç diplerini, tarlaları, çölleri, yemek meclislerini, sohbet halkalarını şereflendir, insan zihinlerinden, kalplerinin sokaklarından bazen bir atlı, bazen hülyalı bir âşık, bazen bir meczup, bazen bir dert kirpisi, bazen bir düş, bazen bir vaha, bazen bir yıldırım, bazen bir yumruk gibi geç. Fakat hepsinde uyarıcı ol.”
Uyarıcı olmak, yeryüzünde Allah’ın halifesi olan bütün insanların bir görevidir. Şaire düşen de bunu yeniden hatırlatmak, unutulan görevleri gözler önüne getirmek ve insanlığın uyuşan organlarına elektro şok vermektir. Bunu şiiriyle ve hayatına aldığı önceliklerle göstermek durumundadır. Depremi önceden hisseden atların ahırda huysuzlanması gibi değil, ufukta görünen kara bulutları işaret parmağıyla gösteren bir çiftçi gibi yapmalıdır bunu. Baharın müjdeleyen çiçeklerin açışı gibi rengârenk ve güzel kokular yayarak Allah’ın varlığını fısıldamalıdır insanlara ki inananlar, gerçekten inansın. Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi sanat, hakikati aramaktır zira.
Gerçek güzel, en güzel olanın izlerinden ibaret olan dünya güzelliklerinin içinde kaybolup, izlerde izlerin sahibini unutmak ne büyük bir kısmetsizliktir. Bizler umudu, sevgiyi, aşkı beslerken, gönlümüzü hayatın renkleriyle süslerken bütün bunlara bir de ruh giydirmeliyiz. Bu ruh, hakikatin ruhudur. Bu ruhu işaret etmek, evde babanın, okulda öğretmenin, camide imamın, sokakta bütün müminlerin görevidir. Şiir ise hayatın bütün evrelerinde, kâinatın bütün katmanlarında bundan bahsederek vardır. Şiir tecellilerin altını çizer, şair de elindeki kalemle ve bağrında kalple bunun işçiliğini yapar.
Şair, Leyla’da kalmaz, kalmamalıdır, Leyla ile birlikte çölü aşıp cennet bahçelerine doğru yürümelidir. Şiir, Leyla’nın gönlünü fethederken, Mevla’nın rızasını da kazanabilendir. Bugün kaybettiğimiz en büyük yitiğimiz Leyla’dır. Onu ne çöllerde kaybettik ne de gecenin içinde. Onu çağın karanlık dehlizlerinde yitirdik. Onu saçlarına takılan özgürlük tokalarında, ellerine vurulan kapitalizmin kelepçelerinde esir ettik. Modern şiir ve modern şair böyle doğdu. Şiir de Leyla gibi bütün geleneksel giysilerini çıkartarak üstünden soyundu. Ne ölçü kaldı ne kafiye ne de kompozisyon. Böyle olunca yukarıda tarifini yapmış olduğum şair imgesi de modern ya da post modern bir resme dönüştü. Elbette bu şiirin içinde idealin temsilcileri var, onları ayrı tutuyorum. Ancak şairi yeniden aslına döndürmeliyiz.
Sevgiyle kalın.