Neredeyse son bir yıldır "Koronavirüs, Covid-19" salgını tüm dünyanın bir numaralı gündemi haline gelmiş durumda. Her gün tutulan, vaka sayıları, hastalığa yakalananlar, ölümler, iyileşen kişilerin çeteleleri, aşı tartışmaları ve benzeri virüs odaklı haberler tüm insanlığı meşgul etmeye devam ediyor. Fakat hayat ve dünya gündemi sadece virüsten pandemiden ibaret değil. Birçok konu perde arkasında tüm sıcaklığı ile devam ediyor.
Dünya üzerindeki jeopolitik ve teopolitik satranç oynanmaya devam ediyor. Algı yönetimleri Siyonist Küresel Tekel'in dünyayı şekillendirme çabaları, insanlığı kategorize ederek sömürme projeleri hız kesmeden devam ediyor. Avrupa'da hergün yüzlerce Müslüman mülteci çocuk kayboluyor. Afrika'da hergün binlerce çocuk açlıktan veya su kaynaklı hastalıklar neticesinde ölmeye devam ediyor. Ülkeler ve toplumlar arasındaki sûnî gündemler ve sürtüşmeler hız kesmedi. Çoğu zaman kamuoyu, yerel gündeme takılan, küçük hesaplar, iç çatışmalar ve çekişmeler ekseninde meşgul olurken, küresel ölçekteki durumu göremeyebiliyor.
Amerika'daki başkanlık seçimi öncesi Afro-Amerikalılara, Anglo-Amerikalıların polis şiddeti ile başlayan, bazı eyaletlerde kitlesel gösterilere, iç çatışmalara kadar varan hadiseler, seçimlerden sonra iktidar eksenli bir kutuplaşmanın ve kamplaşmanın neticesinde çatışma ve kaosa evrilmiş durumda. Bunun neticesinde geçtiğimiz hafta Amerika Kongre Binasının istilası ve yağmalanması görüntüleri tüm dünyaya servis edilmişti. İlk defa Amerikan Askeri, kendi cadde ve sokaklarında kendi kongre binasında görüldü. Bir taraftan pandemi ile uğraşan, diğer taraftan kitlesel protesto ve ayaklanmalarla boğuşan Amerika'da önümüzdeki dönemlerde hiçbir şey eskisi gibi olmayacağa benziyor. Kapitalist sömürgeci anlayış, artık kendi içine doğru dönmüş durumda. Amerika toplumundan umudunu kesmiş gibi gözüken, Siyonist Sömürgeci Küresel Tekel, finansal gücünü ve toplumları geleneğinden kopararak yeni dünya düzeninin gönüllü kölesi haline getirme anlayışını farklı toplumlar üzerinde uygulamaya devam ediyor.
Müslüman toplumlar üzerindeki değiştiricilik ve dönüştürücülük noktasında planladığı etkiyi yapamayan, hedeflediği mesafeyi, hedeflediği sürede alamayan Küresel Tekel, rotayı Uzakdoğu toplumlarına çevirmiş durumda. Özellikle 1920-1940'lı yıllarda, Küresel Tekel'in sol eli mesabesindeki Komünist Felsefeye karşı geleneksel dinlerine ve geleneksel kurumlarına sarılarak karşı duran Tayvan, Tayland, Kore, Japonya, Filipinler, Singapur, Laos, Sri Lanka, Moğolistan yeni operasyon merkezi olarak seçilmiş durumda.
1900'lü yıllardan itibaren Dünya Haritasını, İngiltere merkezli olarak isimlendiren anlayış, Yakın Doğu veya Orta Doğu dediği bölgede Osmanlı sonrası, özellikle ehli sünnet çizgisini takip eden Müslüman toplumların değişime ve dönüşüme direnmeleri ya da geleneksel yapıya canları pahasına sahip çıkmaları (Şapka kanununa karşı toplumuzun verdiği reaksiyonlar, idamı göze alarak Kur'an/arapça Alfabe öğretiminin ahırlarda, mağaralarda devamı vb.) ve bu coğrafyalardaki 70'li, 80'li ve 90'lı yıllardaki savaş ve operasyonlar(Afganistan, Irak savaşları, Türkiye ve Mısır'da ki askeri darbeler vb.), Batı Kültürüne/medeniyetine, Amerikan Emperyalizmine karşı, plansız, düzensiz, şuursuz, ademimerkeziyetçi olmakla beraber tepkiselliği ve geleneklere/geleneksel kurumlara daha da sıkı sarılmayı beraberinde getirdi. Bu tepkiselliğin ya da geleneğe sahip çıkmanın perde arkasında, İslam dininin İnanç, ahlak ictiami görünürlüğünün etkinliği olduğunu ifade edebiliriz. Kaynak noktasında (Kur'an-ı Kerim ve Sünneti Seniyye) İslam'ın sağlam bir kaynağa sahip olması ve o kaynak çerçevesinde her ne kadar içimizdeki bazı kimseler beğenmese bile oluşturmuş olduğu toplumsal hukuk ve ahlak geleneği belirleyici oldu. Siyonist Kapitalist Tekel'in Uzak Doğu'ya yönelmesindeki en etkili sebeplerden bir tanesi geleneksel yapıların kıyasen, Orta Doğu coğrafyasına göre daha katı ve belirleyici olmasına rağmen, geleneği oluşturan dinlerin (Budizm, Taoizm, Şintoizm, Konfüçyanizm, Brahmanizm vb.) kaynağının (Vedalar, Tripitakalar, Tao Te Ching vb.) sağlam olmaması (Kur'an-ı Kerim ile kıyaslamak bile abestir) ve dindar toplum nezdinde yaygın olmaması dolayısıyla dış telkinlere ve kapitalist sömürgeciliğe çok daha açık bir toplum görüntüsü veriyor.
Siyonist Kapitalist Gücün bu eksen kayması veya değişiminde ki asli unsurun gelecek 100 yılda ve 1000 yılda Dünya konjonktüründe jeopolitik yapıdan daha ziyade teopolitik yapıların belirleyici olacağını keşfetmesi olduğunu ifade edebiliriz. Buna hazırlık olması bakımından şayet İslam'ın geleceği adına bir dava endişesi taşıyorsak, bir İslam davası derdimiz var ise, önce jeopolitiğimizi ya da bununla eş zamanlı ve eşgüdümlü olarak teopolitiğimizi güçlendirmek, yeniden inşaa etmek durumundayız. Türkiye'nin Sudan'daki Sevakin adasında deniz, hava ve kara unsurları ile askeri üs kurması, Libya' da belirleyici ve karar verici güç olması, bunun yanı sıra Irak, Suriye, Katar, Somali, Kıbrıs, Sudan, Lübnan, Afganistan, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Bosna Hersek, Kosova, Azerbaycan ve Arnavutluk'ta askeri üslerinin bulunması; Sudan, Nijer gibi ülkelerde Türkiye yüzölçümünü 3 katına yakın tarım arazisi kiralaması jeopolitik olarak dünya siyasetini doğru okumanın sonucudur. İçimizdeki satılmış kalemlerin, batı yalakası bazı lobilerin: "Yabancı bir ülkede toprak kiralamak, ülke tarımını bitirerek ülke halkını açlığa terk etmek ve çiftçiyi, köylüyü ortadan kaldırmak anlamını taşır." mealindeki hezeyanlarının asıl sebebi efendilerinin arabasının tekerine çomak sokulduğundan dolayıdır.
Bununla beraber özellikle ehli sünnet olarak kendini ifade eden devletlerle ve toplumlarla işbirliği yapmak sûretiyle ya da bu ülkelere ortak tarih, kültür ve medeniyet bilinci oluşturacak diziler, filmler, internet oyunları, programlar vb. dijital alanlarda yatırım yaparak, yüzyıl önce bağımız koparılan toplum ve gönül coğrafyalarımızla yeniden kucaklaşmanın ve işbirliğini geliştirmenin yolları aranmalıdır. Pandemi er ya da geç bitecek ama pandemi sonrası dünya, pandemi öncesi dünyadan çok farklı olacak. Türkiye'de sayıları yüzü aşmış olan İlahiyat/Teoloji Fakültelerinin kısır tartışmaları, kîl-ü kâl'leri bırakıp teopolitik felsefeyi, zihni ve fikirsel altyapıyı oluşturmanın mücadelesini vermeleri gerekiyor. Yoksa akademi koridorlarında yapılmakta olan fikri arkeoloji, geleceğe ışık tutmaya yetmeyecektir.