ŞAHİT

Fatma Betül Felhan

"Ey mü'minler!

"Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı, Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin (s.a.v) sünnetidir.

Bırakılan iki büyük emanet! Bu emanet kimlere bırakılmıştı? Hepimize mi yoksa orada bulunan topluluğa mı? Eğer hepimizeyse neden biz üzerimize alınıp emanete sahiplik etmiyoruz. Daha doğru cümleyle neden emaneti kendi üzerimize alınıp sadece dilde değil özde bir sahiplenmeye çalışmıyoruz?

Oradaki insanlar bütün insanlığı da baz alarak peygambere şahit olmuşlardı. Şahidiz Ey Allah’ın Resulu, Allah’ın dinini yaydın, şahidiz Ey Allah’ın Resulu dinin yaşanabilir olduğunu kendi hayatında tatbik ettin, şahidiz Ey Allah’ın Resulu bize insan nasıl olunur, en güzel surete nasıl ulaşılır öğrettin. Bunların hepsine şahidiz fakat şahitlik edemiyoruz. Biz sana şahidiz ama bize kimse şahit değil. Çünkü dinini vicdanlara mahkum kıldık, kalbimiz temizse ibadet etmeye ne gerek vardı ki. Bize şahitlik etmek için bıraktığın sünneti onun bunun elinde heba ettik.

Geçenlerde çok sevdiğim bir hocam şöyle bir cümle kurdu : ‘’Peygamberin şahitliği olmadığı için bugün bütün insanlara şahitlik edemiyoruz.’’ Evet, biz otoritemizi kaybettiğimiz için şahit değil şahitlik edilen duruma düştük.

İslam Aleminin durumuna baktığımız zaman şahitliğimizi nasıl kaybettiğimizi daha iyi anlamış oluruz. Şahitsiz kalmış bir ümmet yok olmaya mahkumdur. Vardır ama varlığı sefil ve yalnızdır.

Allah’ın dininin yaşanabilir olduğunu unutup vicdanlara mahkum ettiğimiz için bu haldeyiz. Dinimiz bize temiz olun derken bugün Müslüman ülkelerin kirliliğinden bahsedebiliyoruz. Dinimiz bize sözünüzde durun derken biz söz verdiğimiz saatte gitmeyi bir düşüklük olarak görüyoruz. Dinimiz bize bir olun kardeş olun derken, biz kendimizi aynı kitaba, aynı sünnete inanırken fırkalara bölüp kurtuluşa eren fırka olarak kendimizi ilan edip diğerlerine savaş açıyoruz. Farkında değiliz aslında her birimiz kendimizle savaş açıyoruz.

Dinimiz kaim, dimdik ayaktayken biz o dini sözde yaşayanlar olarak başkalarının önünde diz üstü çökmüş durumdayız. Çırpınıyoruz yukarı çıkmak için ama bu çırpınışımız bizi daha derinlere çekiyor. Nasıl çekmesin ki kendi kardeşimizi katlederek kendimizin kurtuluşa erdiğini sanıyoruz ve aşağıların aşağısına düşüyoruz farkında olmadan.

Rabbim bizi insanlara şahitlik edeceğimiz konuma tekrar kavuştursun. Nuri Pakdil’in şu sözleriyle yazımıza son verelim.

Kökleri asrı saadete dayanan, devrimci bir duruşla Kudüs saatlerimizi ayarlayalım.

Vesselam….