Vasat ümmet olmamız ve orta yoldan gitmemiz gerekirken İslam’ı ifrat noktasında anlayanlar sahabeyi sıradanlaştırırlar, hatta bazılarına hakaret bile ederler. Tefrit noktasında anlayanlar da sahabeyi kutsallaştırıp hatasızlık isnat ederek masumlaştırırlar.
Mesela, tefrit noktasından bakanlara göre siz; “Muaviye, Sıffin savaşında içtihat hatası değil ihtiras hatası yapmıştır, iktidar hırsına kapılmıştır. Hz. Osman da yakın akrabalarını devletin kilit noktalarına getirerek yanlış siyaset uygulamıştır, bu onun yönetim hatasıdır,” dediğiniz zaman, “sahabeye sövmüş ve hakaret etmiş” oluyorsunuz. Çünkü Rasûlullah (sav); “Ashabıma sövmeyin,” diye buyurmuştur. (Müslim, Fedâil: 221).
Yahu arkadaş “hatayı söylemek” ne zamandan beri “sövmek ve hakaret” olmuştur. Merhum Muhammed Gazali, Nebevî Sünnet adlı eserinde, “Bu ümmet, sahih hadislerin yanlış yorumundan çektiğini, binlerce uydurma hadisten çekmemiştir,” der. “Ashaba sövmekle” ilgili sahih hadislerin yanlış yorumundan, Peygamberden de öte hatasız masum bir nesil icat edilmiştir. Kur’an, en az altı yerde Peygamberimizin yaptığı zellelerden/hatalardan bahseder. Bedir esirleriyle ilgili uygulaması (8/Enfal:67); Ümmü Mektum’a yüzünü ekşitmesi (80/Abese:1-4); Tebük savaşı kaçkını münafıkların üfürükten mazeretlerini kabul etmesi (9/Tevbe:43-46) ve bal şerbetini kendine haram kıldığı için Tahrim suresinin ilk ayetlerinde uyarılması gibi…
Bu ayetlere istinaden Peygamberimizin zelle işlediği yani hata ettiği ifade edilir. Ama Muaviye’nin Sıffin’de ihtirasının kurbanı olduğunu, Hz. Osman’ın devlet yönetiminde zaafları olduğunu ve yakın akrabalarını devlet kademelerine yerleştirerek hatalı bir politika izlediğini söyleyemezsiniz İslam’ı tefrit noktasında anlayanlara göre… Kim demiş? İmam Rabbani böyle demiş… Onun dediği nass mı? Sorgulanamaz mı? Yoksa çarpılır mıyız?
Efendiler! Sahabe Peygamberden üstün bir konumda mıdır ki Peygamberimizin hatalarını sıralayınca normal oluyor da sahabenin hatalarını sıralayınca onlara “hakaret ve küfür” oluyor? İnsan, hatasıyla insandır. “Hatasızlık” ve “mükemmellik” sadece Allah’a mahsustur. Kendinize gelin!!! Deve kuşu gibi kafanızı kuma sokmakla arkanızı görüntüden kurtardığınızı zannetmeyin.
Tarih, ibret alınırsa bir anlam ifade eder ve tekerrür etmez. Sahabenin yanlış siyasetinden, ne fitneler çıktığını ibret gözüyle okur ve devlet kademelerinde akraba tercihini değil de liyakati esas aldığımızda, Hz. Ömer gibi numune-i imtisal bir devlet başkanı olunacağı, Hz. Osman’ı örnek aldığımızda -son altı yılında olduğu gibi- çöküş ve iç karışıklıklara imza atacağımız dersini çıkarmış oluruz. Bunun neresi sahabeye sövmek veya hakaret etmektir? Bu, sahabeyi olduğu gibi kabul etmektir. Sahabe masun değil ki!
Günümüzde, hadis kitaplarını “Paralel Kur’an” diye vasfederek “Peygamberinin diline bir buçuk milyon hadisi uydurup koyan tipi, sözlü kültür üretti, Ebu Hureyre, beşbin hadis yumurtladı” diyerek Sünnet düşmanlığını meslek edinmiş fosilci yeni yetmeler, sahabe konusunda ifrata saparlar. Onlarla ilgili hakaretamiz ifadeler kullanırlar. “Onlar da insandır, bir takım hatalar işlemiş olabilirler ama Rasûlullah’tan feyz alma ayrıcalığı olan insanlardır” diyecekleri yerde ağızlarını bozarlar. Modernist ve oryantalistlerin yerli sözcüsü olan bu türedilerin zaten ağızlarının ayarı yoktur.
Diğer taraftan da, gırtlağına kadar bidat ve hurafe bataklığına gömülmüş, “Ete-kemiğe büründüm Mahmut diye göründüm” ekolümün sahibi, namazlarında okuduğu Fatiha ile “Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz” taahhüdünü verdiği halde, namazın dışında mesela uçakla yaptığı seyahatinde, uçak türbülansa girince “Yetiş ya Abdülkadir Geylanî” diyerek bir mevtaya sığınan zat da, sahabe konusunda tefrit bataklığına yuvarlanır.
Hatta bu hurafeci, havalara girerek; Muhammed Emin Yıldırım da “Daha önce Cemel savaşı bir ictihat hatasıdır ama Sıffin savaşı ictihat hatası değildir, Muaviye de Hz. Hasan’ı zehirletmiştir” dediği görüşlerinden vaz geçtiğini, bu bilgileri kitabının ikinci baskısından çıkarttığını ve orada “Sıffin savaşının da ictihad hatası olduğunu, Muaviye’nin de Hz. Hasan’ı zehirletmediğini” düzelttiğini söyleyerek M. Emin Yıldırım’a yaptığı reddiyelerin kaldırılması direktifini verdiğini ifade eder.
İşin doğrusu, bu iki grubun aşırılıklarına sapmadan, Sahabe-i kiramı olduğu gibi kabul etmektir. Hatasızlığın ve mükemmelliğin ancak Allah’a has olduğu gerçeğinden hareket ederek Hz. Peygamber’in dizinin dibinde yetişen bu güzide nesli hatalarıyla beraber bağrımıza basmaktır.
“Biz, ilmî bakımdan sahabenin görüşleri ve fiilleri hakkında araştırma ve tartışma yapabiliriz. Bir sahabenin sözüne veya eylemine, eğer yanlışsa yanlış da diyebiliriz. Ama bir kimse, onların yanlış söz ve davranışlarına “yanlış” demekten öteye giderek, onlara dil uzatırsa o zaman büyük bir zulüm işlemiş olur.” (Mevdûdî, Tefhim, 7/319)
Rasûlullah (sav) zamanında Abdullah isminde bir adam vardı. İnsanlar tarafından “hımar” diye lakaplandırılmıştı. Bu kişi Rasûlullah’ı ara sıra güldürürdü. Hz. Peygamber ona, içki içtiği için sopa vurma cezası uygulamıştı. Bir gün bu şahıs yine Rasûlullah’ın huzuruna getirildi. Hz. Peygamber ona sopa cezası uygulanmasını emretti. Bunun üzerine değnekle dövüldü. Topluluktan birisi “Ya Rabbi şu adama lanet et, içki yüzünden ne kadar da çok huzura getiriliyor!” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sav); “Ona lanet okumayınız! Vallahi kesin olarak biliyorum ki bu zat Allah’ı ve Rasûlünü sevmektedir” buyurdu. (Buhârî, Hudud, 5, hadis no. 6780.)
Sahabenin sarhoşu bile “Kur’an bize yeter” diyerek Peygamberi izole eden yeni yetmelerden, Rasûlullah’ı daha çok severdi. Ağızlarının ayarı olmayan bu güruh, sahabe konusunda iki düşünüp bir konuşmalıdır.
Hurafeci güruh da, onlara insanüstü bir özellik atfederek hatasız, masum konumuna yükseltmemelidir. Hatasıyla-sevabıyla kabul etmelidir. Gerisi lâf-ı güzaf.