Temiz ve hüzünlü, uzun bir hıçkırık gibi bir hüzün bastırır yüreğimi. Sabahı, sabahın rengini sana benzetirim.
Sardunyalar, şebboylar, kına çiçekleri, küpeliler… Sırdan anlar bakışlarıyla bana bakıyorlardı… Çiçeklerle konuştum, dertleştim … Üzerlerinde sabah çiyi vardı, gerdanlığa benziyordu.
Mecnun; çömez ve çırak kabul etmeyen, önünde el bağlayıp sustuğum, ustam saydığım… Mecnun; zenginliğinin anahtarını yüreğinde taşıyan mütevazi ve ancak gerçek Karun… Mecnun; suya değil çöle, yani ateşe, yani “gücünün yetmediği yere” yürüyen ermiş!
Seni severken, gönlümün ve kelimelerimin sınırlarını görüyorum. Sevmek gökyüzü zenginliği gibidir; nerde başlar nerde biter bilinmez, tarif edilemez. Kelimeler Allah’ın, kelimeler gökyüzü kadar geniş.
Hem nedir ki ,kanatları olana gökyüzü hep mavidir Dağlım.
Bir de şu var Dağlım; Allah’ın bildiğini kuldan saklamak gerek! Tatsız tutsuz, ayağa düşmüş, bezdirici tekrarların faydası var mıdır? Yine sevgisini ispat etme gayreti, bizi bilin, bizi görün isteği de sevginin değil ucuzluğun ve sıradanlığın nişanesinden başka nedir ki? Değil mi ki Bilen, değil mi ki kalplerimizin Sahibi, değil mi ki sevmeyi Var eden haberdar; bırak kim ne düşünürse düşünsün. Bırak kalbimiz kınalı, bırak kalbimiz sahibinde kalsın.
Aç ve açlığını karakter yapmış insanı asla doyuramazsın. Bu denize su taşımaya benzer. Karakter dedim de aklıma geldi; Beethoven şöyle diyordu: “Karakter kader demektir.” Ben senin “karakterini” de sevdim Dağlım.
Senin elini kolunu bağlamak, seni kendi varlığımın sınırları içinde mahsur bırakmak haksızlık olmaz mı? Susuz kalan ve su içtiği çeşmeden razı olan çeşmeden ne kadar uzağa gider ki? Sana zevk veren her şey beni memnun ediyor, hoşuma gidiyor. İstemediğim, hoşlanmadığın bir şeyi yapmanı istemiyorum. Biz birbirimiz kadar güzelliğe de aşık olalım. Aşk kıskançlık değil özgür kalmaktır. Gereksiz kıskançlıklar, Çinlilerin dediği gibi, yılana ayak takmak olur.
Aşk ki büyüleyici bir tutarsızlıktır! Ve ancak hayatı özgür olarak yaşayanlar için de aşk mübarektir Dağlım.
Nasıl ki kökleri derinlerde olan ağacın bayrak bayrak açan yaprak ve çiçekleri oluyor, sendeki merhamet ve sevgi de işte böyle açmalıdır. Sevgi ve merhametin, hayata renk katan, hayatı anlamlı kılan köklerin olsun.
Sevgiyle yaşamaktan başka bir bilgelik bilmiyor ve seni seviyorum Dağlım.
Seninle bir gün dağlara doğru yürümüş, toprağın üzerinde namaz kılmış, sırtı üstü uzanıp türkü söylemiştik. O günde biliyordum, biliyordum biz şiir yazıyor, biz kendi masalımızı yaşıyorduk. O gün beni şımartmış, sonra: “Sesinde, bana sarılmak isteyen kolların var.” demiş ve beni mahcup etmiştin. Ne güzel bir mahcubiyetti yaşadığım.
Hep söyledim, yine söyleyeceğim. Şımarttığımız insanı seviyor, sevdiğimiz insana şımarıyoruz. Ah, ben senin şımarmalarını özledim.
Şimdi gece uyanık. Şimdi şehir, şimdi sokaklar, şimdi yorgunlar… Şimdi sen uyuyorsun. Sen uyu Dağlım, sen uyu; ben geceyi, ben yağmuru, ben sabahı beklerim.
Acemlerin dediği gibi: “Bir güldür uyku.” Sana güllerden yatak, sana güllerden uyku, sana güllerden rüya diliyorum.
Ah, “Gümüş bulaşmış gönlüne; hem gizliyor, hem aşikar ediyorsun.”
Bütün zenginlikler bitiyor, sevmek hariç. Yani hepimizin zengin olma ihtimali var. Şimdi soruyorum Dağlım: Ne kadar zenginsin?