Gözünü sabaha, güneşe yani güne açan insan, ona bahşedilmiş olana hamd ederek, mahcup bir şımarıklıkla başlayamaz mı güne? Rabbimizin merhametini hissetmemiz için nasıl ve hangi şartlarda uyanmamız lazım?
Yağan yağmurdan tencerede pişen çorbaya kadar çevresinde olup biten her şeyden ibret alabilir insan. Sizi bilmem ama ben, mümkün olduğunca çevremde olup bitenleri bu şekilde gözlemlemeye ve kendime çeki-düzen vermeye çalışıyorum. İyi de oluyor.
Geçen gece, dükkânı topluyorum. Yaz başından beri dışarıda duran çiçeği okşadım. Hava buz gibiydi ve doğal olarak yaprakları da buz kesmişti. Kadınlarımıza benzettim çiçeği. Dışarıda bırakmaya devam etsem kışı çıkaramaz donardı. İçeri aldım, masama koydum. Şimdi aramız iyi, boş zamanlarımda çene çalıyoruz.
Sakın ha şimdi tutup, kadınları aşağılıyor, basite alıyor gibi “hafif ve sığ” yakıştırmalar yapmayın! Ben anne meşrepliyim. Yıllardır annemden kalan mirası kullanıyor ve bunu da övünerek söylüyorum. Evet, ne diyorduk, kadınlar çiçek gibidir ve çiçekler, kokusuz ve dikensiz Nepal gülü de olsa özeldir ve korunmaktan daha çok ilgi ve sevgiye muhtaçtır.
Geçenlerde mercimek çorbası pişiriyordum. Hanımlar daha iyi bilir, mübarek mercimek, başında değilseniz ve karıştırmıyorsanız taşar. Ki benim de zaman zaman taşırdığım olur. Öyle dalgın dalgın, kaynamaya yakın olan çorbayı karıştırıyor bir yandan da düşünüyordum. Aynı biz insanlar gibiydi şu pişirdiğim çorba da. Kızgınlığımızın son haddinde taşıyor, etrafı berbat ettikten sonra da sakinleşip eski halimize geliyorduk. Eski halimize geliyorduk gelmesine ya etraf kirlenmiş oluyordu. Sözü uzatmaya gerek yok. Sinirli ve asabi insanlara, hemen şimdi ocağın başına geçip mercimek çorbası pişirmelerini ve kendilerini görmelerini tavsiye ediyorum.
Çınar yaprağı toplasak ve hediye etsek, nasıl olur? Her gün, üç kişiyi arasak, özlediğimizi ve sevdiğimizi söylesek zarar mı ederiz?
Cebimizde bayram şekerleri olsa ve çocukların avuçlarına sıkıştırıp geçtiğimizde, bizler de çocukluğun o saf ve güzel günlerine kısa bir an için olsa da dönmüş ve bir çocuk gülüşüne ortak olmaz mıyız?
Tebessüm etmek için gökyüzüne ve karşımızdaki insanın gözlerine bakmamız yeterli değil mi?
Her gün sigaraya, beş on milyon verenlerin ayda bir, bir çiçek alıp eşini, annesini, kız kardeşini sevindirmiyor olmasını izah edebilecek babayiğit var mı?
Arabamızın ve cep telefonumuzun modelini yükseltirken ruh modelimiz hep aynı kalıyor olmasın?
Ben kendi adıma nankörüm! Bana bahşedilmiş olanların yanında, dert ve sıkıntılarım o kadar basit ki. Akıllı ve çıtası yüksek insanlar, “Sen benim neler çektiğimi biliyor musun?” demez, çektiklerini çekmeleri gerektiğini bilir ve kendilerine verilen elin, düşeni kaldırması ve bir yetimin saçını okşaması gerektiğini bilirler.
Hepimiz, birbirimizin sırtını ve gönlünü sıvazlayalım ki sırtımız ve dahi gönlümüz kaşınmasın.
Ateşe uzanan elimiz yanarken, nergise uzanan elimiz güzel kokar. Karar bizim…