Renkten renge gireceğiz

Ömer Kocabaş

Salgınla mücadele kapsamında mart ayı ile birlikte yeniden normalleşmeye geçileceği açıklanmıştı, detaylar belli oldu. Çok renkli bir dönem bizi bekliyor. Bilim kurulunu anlıyorum hepsi okumuş yazmış, alanında uzman isimler. Önerileri akademik çevrede, kendi aralarında şık duruyor olabilir lakin toplumsal hayatta bir karşılığının, mantığının olmadığını en kısa sürede göreceğiz. Skor kaygısı devam ettiği sürece vatandaşın gerçek rengi ancak mor ve tonları olabilir.

Sağlık Bakanı Koca normalleşmenin renginin mavi olduğunu, sarının orta risk, turuncunun yüksek risk, kırmızının ise çok yüksek risk anlamına geleceğini açıkladı. İllerin vaka haritası haftalık yayınlanacakmış, sarıdan kırmıza geçen bir şehir kısıtlamanın geri geleceğini önceden bilecekmiş. “Vatandaş kendi şehriyle ilgili seyri görerek, kısıtlamayı veya esnemeyi etkileyebilecek güce kavuşacak” açıklamanın en önemli kısmı burası(!) Toplumsal bir motivasyon oluşturulmaya çalışılacak anlıyorum ama bu tarz iyi niyetli uygulamalar kâğıt üstünde kalacaktır, gündelik hayatta bir karşılığının olması çok zor.

Belki birkaç yüz kişinin yaşadığı bir köyde birlik beraberlik ruhu oluşabilir ama milyonlarca insanın yaşadığı bir şehirde insanların tek başına bir şeyleri değiştirmeye gücü nasıl yetecek? Virüsün ana yayılma sebebi zaten sorumsuzlar. Virüse rağmen villalarda kaçak parti yapanlar, kumar oynayanlar, kapalı olması gereken pavyonları bilmem kaçıncı kez polis tarafından basılanlar. Virüse karşı etki edebileceği söylenen sıradan vatandaş zaten işinde gücünde. Hafta sonu markete bile gitmemeye çalışıyor. Komşudan aldığı ödünç kedi, köpeği gezdiriyorum ayağına sokaklarda fink atanlara hangi rengi gösterirseniz gösterin sonuç değişmeyecektir.

Psikoloji, kaygı anlaşılan artık bir sağlık sorunu olarak görülmüyor. İnsanlar ölmesin yeter, varsın psikolojileri bozulmuş olsun onu sonra bir ara tedavi ederiz diye düşünülüyor. Milyonlarca insan neredeyse bir yıldır işsiz, gündelik işlerle günü kurtarmanın derdinde. 65 yaş üstünün yaşadığı sorunları anlatmaktan bıktık. Onlar da bir ölmedi gittiler(!) Şimdi kendinizi bir lokanta, kafe sahibinin yerine koyun. Bakanlığın bütün kurallarına uyarak işyerini açacak. Aylardır kapalı işyerine çekidüzen vermek için yeniden masraf edecek, elemanlarını toplayacak. Elbette epeyce yiyecek, içecek tedarik edecek. Tam işlerini yoluna koyuyorum derken bir bakmışsınız birkaç hafta içerisinde “Durun kardeşim, sizin şehrin rengi sarıdan kırmızıya döndü kapatın dükkânı, mavi olursa tekrar açarsınız” denecek. Böyle hareket etmeye zincir markaların dışında kimin gücü yeter ki. Fakat önemli değil, önemli olan bilim, salgından ölmemek. Diğer türlü ne haliniz varsa görün…

Salgın herkesi kendi çapında bir ekonomist yaptı. Günlük altın, döviz ve borsa bilgilerini sürekli takip ediyoruz. Parasının son bir yılda pul olmaması için mücadele eden, faizden uzak durmaya çalışan vatandaşın işi ise çok zor. Altın ve döviz fiyatları yükselince faize karşı olan kesim parasının değerini korumak için altın aldı. Aynı dönemde ev, araba fiyatları yükseldi. Temel gıda maddelerinin fiyatları uçtu. Merkez Bankası para politikasını değiştirip faizleri artırınca altın ve döviz çakıldı, diğerlerinin fiyatlarında bir değişiklik yok(!) İşi bilenler, faizi de çatır çatır yerim diyenler bir dönem altından iyi para kazandılar. Oradan zarar etmeye başlayınca da faize geçtiler, her türlü kazanıyorlar.

Faiz hassasiyeti olan vatandaş ise bırakın kâr etmeyi, altın biraz yükselse de zarardan kurtulsak diye kara kara düşünüyor. Siyasilerimiz paramıza, Türk liramıza güvenin diyorlar. Sözüm ona muhafazakâr görünen basınımız bile uzun vadede TL’nin altın ve dövize göre daha fazla kâr sağladığını söylüyor. Bahsettikleri TL bankada faizde bekleyen TL. Diğer türlü faiz haram kardeşim diyorsanız paranız pul olur. Katılım bankalarının verdikleri kâr payları çok komik oranlarda. Bu yüzden insanlar genelde altına yöneliyor ama orada da zarar büyüdü.

Anlaşılan aşılanma oranı yükselip, hayırlısıyla yaza ulaşasıya kadar işimiz zor. Bu süreçte hem psikolojimize, hem sağlığımıza hem de paramıza sahip çıkmak zorundayız. Üç ayların içinde bulunmamız, önümüzün Ramazan olması falan gündelik telaşe de unutuluyor. Bakalım hâlimiz nice olacak.