Bir arkadaşım sosyal medyadan kısa bir yazı gönderdi. Adını bile zikretmeye değer bulmadığım belli zihniyetin sahibi biri, aynen şöyle demiş: “Kurban, yalnızca Hac'da Hac farizası olarak 1 kez yerine getirilirse geçerli bir ibadettir. Her sene Hac dışında kurban kesmek dini değil geleneksel bir örf olarak yerine getirilen bir ritüeldir. Bu da cahiliye döneminden İslam'a geçmiş bir devam ritüelidir. Muhammed (a.s)'ın Hac dışında ibadet maksadıyla kurban kestiğine dair tek bir kanıt yoktur. 7 kişi danaya girmek Kur'an'ın hedeflediği İslamî bir ritüel değildir. Ancak, 7 kişinin bir fakiri doyurmaya çalışması Kur'anî’dir.”
Bilgi kirliliğinde zirve yapmış olan sosyal medyayı bu ifadeleriyle daha da kirleten bu satırların sahibi mahlûk, ya zır cahil ya da Rasûlullah’ı çanak anteni, ara kablosu veya postacı görerek dinî konularda by pas eden Sünnet karşıtı güruhtan biri.
Konuyla ilgili DİB Din İşleri Yüksek Kurulu aynen şöyle demiş: “Kurban ibadeti hicrî ikinci yılda meşru kılınmıştır. Hz. Peygamberin (s.a.s.) de bu yıldan itibaren vefat edinceye kadar her yıl kurban kestiği bilinmektedir (Tirmizî, Edâhî, 11; bkz. Buhârî, Hac, 117, 119; Müslim, Edâhî, 3).
Hz. Peygamber (s.a.s.), Veda Haccı’nda yüz deve kurban etmiştir. Hz. Ali, “Peygamber (s.a.s.) yüz deve kurban etti. Etlerini dağıtmamı emretti, ben de dağıttım.” (Buhârî, Hac, 122) demiştir. Hz. Enes’ten (r.a.) Hz. Peygamberin (s.a.s.) siyah-beyaz benekli iki koçu besmele ve tekbir ile bizzat kestiği rivayet edilmektedir (Buhârî, Edâhî, 9).”
Evet, kurban ibadeti hicretten iki yıl sonra yani miladi 624 yılında meşru kılınmışken, hac ibadeti hicretten dokuz yıl sonra yani miladi 631 yılında farz kılınmıştır. Yani hac ibadetinin farz kılınışı, kurbanın meşruiyetinden yedi yıl sonradır. O yıl hac emiri olarak Hz. Ebû Bekir’i görevlendirmiş ertesi sene de kendisi gitmiştir ki buna da Veda Haccı denir. O sene de ahirete irtihal etmiştir. Yani Rasûlullah (sav) ömründe bir kere haccetmiştir. Onda da -hadiste beyan edildiği gibi- yüz deve kurban etmiştir. Ondan evvel, 624 yılında kurbanın meşru kılınmasından itibaren de her yıl kurban kesmiştir.
“Muhammed (a.s)'ın Hac dışında ibadet maksadıyla kurban kestiğine dair tek bir kanıt yoktur” sözü kocaman bir yalandır, Rasûlullah’a iftiradır. Böyle bir yalanı Kılıçtaroğlu bile siyasi hayatında söylememiştir. Bunu diyen mahlûk, Kurban bayramına “hayvan katliamı” diyenlerin etkisinde kalarak aşağılık kompleksine girmemişse, o zaman oryantalistlerin kiralık figüranı, satılmış bir beyindir. Tarihî süreç içerisinde gelmiş geçmiş âlimlerin ortak aklına meydan okuyan kuş beyinli biridir. Bu ifadeleri onun gibilere cevap için yazmıyorum. Rasûlullah’ın sünnetini kaale almayanları adam yerine koymam ve muhatap almam. Sapıklıkları üzerinde tepinip dursunlar. Muhatap alınca kendilerini adam sanıyorlar. En iyisi onları ademe/yokluğa/hiçliğe terk etmektir. Bizim gayemiz onları deşifre edip, temiz Müslümanların onlara paçayı kaptırmamalarını sağlamaktır.
Efendiler! Bayram günlerinde ibadet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı, usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eden kurban, Allahu Teâlâ'nın lütfettiği varlığa bir teşekkürdür.
Kurban paylaşmaktır. Kurban ibadetinin icra edildiği bayram günlerinde paylaşma ahlakımız daha da pekişmekte; fakirler, yetimler ve kimsesizler hem kesilen kurbanla, hem de ziyaret gibi sosyal etkinliklerle ve diğer ekonomik yardımlarla sevindirilmektedir.
Paylaşma, toplum açısından çok önemlidir. Sosyal adalete hizmet için zengin olan Müslümanlar kurban keser, fakirler de bol bol et yeme fırsatına kavuşur. İnsanların ihtiyacı için her gün yeryüzünde yüz binlerce hayvan kesiliyor. Fakat bunlardan sadece hali vakti yerinde olanlar faydalanabiliyor. Kurban bayramında ise Allah rızası için bir kısım hayvanlar kesiliyor. Bunların etlerinden muhtaç insanlar istifade ediyor. Böylece kurban ekonomik bir mesele, dini ve ahlaki bir mahiyet kazanıyor. Şahsi menfaat yerine, kamunun menfaati hâkim oluyor.
Kurbanın, kurban kesilen ev halkı ve çocuklar üzerindeki psikolojik olumlu sonuçları da aşikârdır. Çocuklarımızda, “Uğruna kurban edeceğimiz, gerektiğinde kurban olacağımız bir değere” bağlılık bilinci gelişir. Kesilen kurbanın paylaşılmasına şahit oldukları için onlarda da paylaşma ahlakı gelişmektedir. "Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliğe eremezsiniz." (Âl-i İmran: 3/92) ayetinin mucibince, veren elin alan elden hayırlı olduğunu yaşayarak öğrenmektedirler. Çünkü iman, sevdiğin şeyi kurban etmektir, gerektiğinde de kurban olabilmektir.
Kurban ibadetinin mahiyetini anlamayanlar, kalplerine henüz yerleşmeyen imanlarıyla kalkıp kurban kesmeyi, bir “hayvan katliamı” olarak niteleyip her yıl bayram öncesi aynı nakaratı tekrarlayıp dururlar. Her gün mezbahalarda binlerce kesilip kasaplara, marketlere, lokantalara dağıtılan, oradan da insanlara servis edilen hayvanlardan hiç bahsetmezler. Kurban bayramı günlerinde kesilen hayvanlardan dolayı toplumda et ihtiyacı kısmen azaldığı için o günlerde mezbahalarda hayvan kesilmemektedir. Böylece rutin olarak kesilen hayvan sayısına ekstradan bir ilave olmamaktadır. Yani Kurban bayramı günlerine “Hayvan katliamı günleri” olarak bakmak, meseleyi çarpıtmak ve İslam karşıtı bir duruş sergilemektir. O kişinin durumunu Müslümanlıkla bağdaştırmak mümkün değildir. Kendi mutfağında protein ihtiyacını karşılamak için buzdolabında eti hiç eksik etmeyenler, yılda bir kez de olsa doya doya et yeme fırsatı bulan fakirlere bu hakkı çok görmek isteyenler; karnı tok, sırtı pek sosyete kodamanlarıdır. Bunların, kurban ibadetinin sosyal paylaşımdaki yerini anlamaları mümkün değildir. Bunlar, toplumun değer yargılarından kopuk olarak oluşturdukları çevrelerinde, -bir kurtçuk gibi- ördükleri kozanın içinde hayatlarını sürdürürler.
Hâlbuki Türkiye ile herhangi bir batı ülkesi karşılaştırıldığında, Batıda kişi başına Türkiye’dekinin neredeyse yirmi katı fazla et tüketilmektedir. Bu demektir ki, en iyimser tahminle Batıda Türkiye’dekinin yirmi katı fazla küçük veya büyükbaş hayvan kesimi yapılmaktadır. Üstelik bugün Hıristiyan Avrupa ülkeleri et ihracatının merkezi konumundayken batılı anlayışın hayvan kesimine karşı çıkmasını anlamak mümkün değildir. Bunu İslam düşmanlığından başka bir şeyle izah etmek imkânsızdır.
Aslolan İbrahimî bir iman ile adamak ve adanmaktır. Rabbimiz bize “evladınızı kurban edin” demiyor ama çok sevdiğimiz İsmail kadar değer verdiklerimiz mutlaka vardır. Bunlar bazen çok sevdiğimiz ve kaybetmekten korktuğumuz mal, makam ve sosyal statümüz olabilir. Bazen de çok sevdiğimiz çocuklarımızın geleceği veya hasretini çektiğimiz memleketimiz ya da nefsimiz olabilir. Herkes elbette kendini de, İsmail’ini de bilir. Kişinin en çok sevdiği ne ise, İsmail’i de odur. Gerektiğinde bunları Allah yoluna adamamız, İbrahimî bir duruştur.
Sonuç olarak deriz ki; Müslümanlar kurban kesmekle Allah’ın emrine itaat etmiş olurlar. Böylece Allah için fedakârlık yapma alışkanlığı kazanırlar. Toplumda yardımlaşma ve dayanışma yoluyla kardeşlik ve dostluk bağları güçlenmiş olur. Sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur ve bir yıl boyu et yeme imkânı bulamayanlar bu vesileyle et yemiş olurlar. Zengin, malını feda ederek şükretme imkânını elde ederken, fakir de bayram vesilesi ile bulduğu bir yiyecek için şükretme imkânına kavuşur. Zengini, eğer varsa, cimrilik hastalığından veya dünya malına düşkünlükten kurtarır. Hayvan piyasasında ticari bir canlanma meydana gelir. Hayvancılık teşvik edilmiş olur. Deri sanayinin gelişimine katkıda bulunulur. Siz malınızı kurban edemezseniz, malınızın kurbanı olursunuz. Kurban Bayramı, malımızı Allah için kurban etme, Allah için fedakârlık yapma günüdür. Mübarek olsun.