Ramazan ayı, Kur’an ayıdır. Bu ayda en çok okunan kitap da Kur’an’dır. Ama ne üzüntü verici bir haldir ki, üzerinde düşünülerek okunmadığından dolayı da en az anlaşılan kitap yine Kur’an’dır. Hâlbuki Kur'an, Allah kelamıdır. O’nun katından Hz. Peygamber'e (sav) vahyedilen muciz sözün adıdır. O, bizim ilahî kullanma kılavuzumuzdur. Onun için de anlaşılması gerekir.
“Kur'an'ın ne olduğu, hayatımızın neresinde yer aldığı veya alması gerektiği” konuları üzerinde yoğunlaşmak zorundayız.
Kur’an, Allah kelamı olduğuna göre, Kur’an’la hayat, Allah’la beraber olan bir hayattır.
Bir mesajın yaşanabilmesi için, anlaşılması şarttır. Kur’an da Allah’ın kullarına mesajı olduğuna göre, hayata geçebilmesi için anlaşılması gereklidir. Tabii doğru anlaşılması… “Kur’an bize yeter” diyen kifayetsiz muhterisler gibi Kur’an’ı keyfimize göre tahrif ederek anlayacaksak, hiç anlamayıp ilmihal bilgilerimizle yetinelim.
Gerçek şu ki, Kur’an bütün insanlar için indirilmiştir. Herkes ondan kabiliyeti ve ihtiyacı ölçüsünde ders alır.
Bugün Kur’an’ın anlaşılması ile ilgili, elitlerin üç farklı anlayışı vardır. “Kur’an’dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” dediğiniz zaman, “Gelenekçi” diye tabir edilen bir grubu karşınızda bulursunuz. Onlara göre; “Kur’an’la ilgili, bu gök kubbenin altında söylenecekler söylenmiş, söylenmedik bir şey bırakılmamıştır. Bu konudaki müktesebatımız bize yeter.” Bu anlayış, resmen Kur’an’ı tarihe gömmektir. Hem “Kur’an, kıyamete kadar bâkidir ve bu ümmetin sorunlarını çözecektir” diyeceksiniz, sonra da Kur’an’ı sadece geçmiş âlimlerin yorumlarıyla sınırlandırıp donduracaksınız. Bu bizi; “Geçmişteki âlimler çok zeki idi, onlar doğru anlamışlardır. Günümüzde O’nu doğru anlayacak babayiğit yoktur. Geçmiştekiler özel yaratılmıştır, günümüzdekiler zekâ özürlüdür” safsatasına götürür. Bu kafa, “Kur’an’ın çağlar üstü, kıyamete kadar Müslümanların yol göstericisi ve referans kaynağı” olduğu gerçeğini ortadan kaldırır. Bu grup, Kur’an’a yeni yorum getirenleri “İslam’ı içten yıkmaya çalışan dış ajanlar, modernistler, İslam’a ihanet eden hainler” yaftalaması ile suçlarlar. İşte Kur’an’ın anlaşılması ile ilgili elitlerin gelenekçileri böyle düşünüyor. Bu görüş; “Kur’an, belli bir çağın anlayışına uygun olarak inmiştir. Bu çağın argümanları farklıdır” diyen tarihselcilerin işine gelir. Hâlbuki bu kesim, amansız bir tarihselci ekol karşıtıdır.
Bağnaz gelenekçilerin Kur’an’ın anlaşılması ile ilgili yaklaşımları, Katolik Hıristiyanların İncil’i anlama ile ilgili yaklaşımlarına çok benzer. Bilindiği gibi Katolik mezhebine göre halk, Kutsal kitabı yani İncil’i anlayamaz. Aslolan, papazların anladığıdır… Peygamber Efendimiz; “Onlar, papazlarını, hahamlarını ve Meryem oğlu İsa’yı rabler edindiler” (9/Tevbe:31) ayetini tebliğ ederken, henüz Müslüman olmamış olan Adiy b. Hâtem; “Bu nasıl oluyor ya Muhammed?! Biz papazlarımızı rab edinmeyiz. Yahudileri de tanırım, onlar da hahamlarını rab edinmezler!” diye itiraz edince Efendimiz: “Bir şeyi papazlarınız helal kılsa, İncil de haram kılsa, siz İncil’e mi uyarsınız, yoksa papazlarınıza mı?” diye sormuştu. Adiy de “Biz, kutsal kitabı anlamayız, papazlarımız ne derse ona uyarız” diye cevap verince “İşte bu, onları rab edinmektir. Çünkü Allah’ın, Kitabında haram kıldığını helal kılmaktır” buyurmuştu. Bu anlayış, “Kutsal kitabı ancak ruhban sınıfı anlar, halk anlayamaz” inancından kaynaklanır. Bugün de durum aynıdır. Papa, İncil’den ne anlar ve ilan ederse bağlayıcı olan odur. İsterse İncil lafızlarına aykırı düşsün. Onun için Hıristiyanlıkta “papa”, “yanılmaz” bir kişiliğe sahiptir. O, söylediklerinde hata etmeyeceği için özür de dilemez.
İşte bizim katı gelenekçilerimize göre de meal okumak sakıncalıdır. Mealciliğe götürür. Halk, Ömer Nasuhi Bilmen’in ilmihalini ya da Mızraklı ilmihali okusun yeter. Gerisi hocaların işidir.
İkinci grup ise; “Kur’an’ı doğru anlamak için onlardan devraldığımız kültüre eleştirel yaklaşılmalıdır. Geçmişteki âlimlerimizden Allah razı olsun. O günün şartlarında Kur’an’ı anlamışlar, hayata taşımışlar ve imkânlar dâhilinde yaşamışlardır. Biz onlardan günümüze hitabedenleri alırız, gerçeğe aykırı olanları, ya da kendi yaşadıkları asra uygun düşen fakat günümüze dar gelen yorumları da terk ederiz. Geleneği toptan ret de etmeyiz kabul de… Seçici davranırız” diyenlerdir. Doğru olan da budur. Çünkü her devrin âliminin Kur’an’dan hüküm çıkarma hakkı vardır. Bu hak, kıyamete kadar geçerlidir.
Üçüncü grup da, bu iki görüş arasında gidip gelenlerdir. Bunlar, “Tamam, doğru söylüyorsunuz da, şimdi bunları gündeme getirmenin zamanı değildir. Geçmişteki âlimleri eleştirerek mehabetimizi yok etmeyelim. Müslümanlara herkes vuruyor, bir de biz vurmayalım” diyerek geçmişle yüzleşmeyi erken bulup eleştirel yaklaşanlara karşı çıkanlar. Zaman zaman da eleştirel yaklaşanların yanında yer alanlar. Üçüncü elit anlayış da budur.
Halkın Kur’an’a yaklaşımı ise daha başkadır: “O, kutsal kitabımızdır. Yüksek yerlerde bulundurulmalıdır. Cenaze merasimlerinde, ölenin ilk perşembesinde, kırk ve elli ikinci gecelerinde, geçmişlerimizin ruhuna okutacağımız mevlitlerin ara taksimlerinde, Ramazan mukabelelerinde, kandil gecelerinde, nikâh merasimlerinde ve konferansların başlamasından önce okunan ilahi kelamdır.” Bütün bunlara tamam da, bu yaklaşımda Kur’an’ın açıklanması, anlaşılması nerede?
Hâlbuki “İnsanlara açıklayasın diye bu Kur’an’ı sana indirdik” (16/Nahl:44) ayeti gereği Kur’an’ın anlaşılması şarttır.
Öyleyse Kur’an-ı Kerim’i, amatörce ve profesyonelce olmak üzere iki şekilde anlamak mümkündür. Profesyonelce anlamak ilim ehlinin, amatörce anlamak da avamın işidir. Kur’an, bütün insanlığa gönderildiği için her millet onu, mealinden amatörce okuyup anlayabilir. Bu okuyuşundan istikametini de düzeltebilir. Yeter ki ön yargısız, iyi niyetle okumaya başlasın. Çünkü Kur’an’dan, herkes kapasitesi ölçüsünde faydalanır. Dağdaki çobanın da, üniversitedeki hocanın da ondan öğrenecekleri vardır. Amatörce okuyup faydalananlar, Kur’an’dan hüküm çıkarmaya kalkmamalıdır. Bu, bir tıp kitabı okuyup reçete yazmaya veya bir hukuk kitabı okuyup avukatlık bürosu açmaya benzer. Öyleyse herkes kendi sınırını bilerek Kur’an’ı okumalı, kapasitesince manasını anlamalı ve öğrendiklerini hayatına yansıtmalıdır. Kendini aşan konularda da bir bilene sormalıdır. Çünkü o bizim kulluk kitabımızdır.
Elbette bu arada yanlış yapanlar olacaktır. Zalim Haccac, Kur'an'ı zulmüne alet etti, Hz. Ömer de Kur'an'la adalet inşa etti. Şimdi Zalim Haccac'a kızarak Kur'an ahkâmına sırtımızı mı dönelim? Pireye kızıp yorgan yakılmadığı gibi, gâvura kızıp oruç da bozulmaz. Okuduğu mealden hareket ederek ahkâm kesen mealcilere kızıp da Kur'an'ın anlaşılmasının önü kesilemez. Eğer anlaşılmasının önünü kesersek, Kur'an sadece lafza indirgenir. İnsanlar papağan gibi okur ve bu alanda paralı hatim sektörleri oluşur. “Dirileri ihya için inmiş olan” (36/Yasin:70) bu yüce kitabımız, mezarlık ve mevta kitabına dönüşür. Buna da kimsenin hakkı yoktur, haddimiz de değildir. Vesselam.