"Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş" ayı olan Ramazan’ı geride bıraktık. Birçoğumuz, önceki aylarda yaptığımız yanlışlara nokta koyup Ramazan’ın bereketinden faydalanma yolunu seçtik. Birçok sigara tiryakisi, sigarayı bırakmaya karar verdi. Namazlarımızda ve diğer ibadetlerimizdeki laçkalığa son verip, kulluk sorumluluğumuzun gereği olarak onlara daha ciddi sarıldık. Paylaşma bilincimiz pekişti. Bütün bunlar, çok güzel gelişme ve hasletlerdir.
Her Müslüman bilir ki; “İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (51Zariyat:56) ayeti gereği dünya sahnesinde yerini almıştır. Ayette geçen “İbadet” kelimesi, “Boyun eğmek, otoritesini kabul etmek, kulluk etmek ve yapılmasını emrettiği belli şekilleri olan ibadetleri yerine getirmek” anlamlarına gelir.
Müslüman, “Allah’la ve Allah’lı hayatı yaşamak” olan kulluğu, belli bir mevsimle başlatıp bitirmez. Onun kulluğu kesintisiz ve ömürlüktür. Biz mü’minler, kıldığımız farz ve nafile namazlarımızın her rekâtında ايَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ /Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz” diyerek her gün kulluğumuzu itiraf etmekte, ahdimizi yenilemekte ve ibadet hazzı ile yaratılış gayemizi hatırlamaktayız. Onun için Kullukta tatil, izin, ara verme, istirahat ve istifa gibi dünyevi işlerde görülen kavramlar yoktur.
Dolayısıyla Allah’ın kötü gördüğü her zaman kötü, haram kıldığı her zaman haram, iyi kabul ettiği de, her zaman iyidir. Emirleri yerine getirmek, kötülüklerden uzak durmak ve haramlardan kaçınmak, mü'minlerin on iki ayın tamamında uymaları gereken kurallardır. Ramazan çıktıktan sonra Yüce Allah'ın yasakladığı fiilleri yapmaya, kaldığı yerden başlamanın İslamî bir mantığı yoktur. Yani Ramazan, "günah çıkarma" ayı değildir. Sadece yıl içinde gevşeyen manevî hayatın vidaları, Ramazanda tekrar sağlamlaştırılır. Normal olarak yaşanan ibadet hayatının Ramazanda biraz daha yoğunlaştırılması gereklidir. Bunun örneğini Rasûlullah (sav) bize vermiştir. Bu ayda, diğer aylara oranla Peygamber Efendimiz Rabbine daha çok yönelmiştir. Özellikle Ramazan'ın son on günü Mescitte itikâfa girerek kendini dış dünyadan soyutlayıp Allah'a ibadete adamıştır.
Ramazan kampında; namaz, oruç, fıtır sadakası, tefekkür ve Kur'an okuma gibi yoğun ameli derslerle ruhumuzu, nefsimiz üzerine hâkim kılarak eğittik. Ramazan kampının müfredatına gönül vererek geçmiş on bir ayın muhasebesini yapanlar, gelecek on bir aya bedenen ve ruhen hazırlanan ve böylece İslam Dininin hayat kanunlarını yaşama aşkıyla şarj olan mü'minler, Rasûlullah’ın ifadesiyle “Analarından doğdukları gün gibi saf ve günahsız olarak” Yüce Mevlâ’mızdan “rıza” diploması almayı hak etmişlerdir.
İşte duyarlı ve kulluk sorumluluğu bilincinde olan her mümin, Ramazan'da edindikleri iyi alışkanlıklar ve ibadetlere olan düşkünlüklerini hayatlarının devamında da sürdürmelidir. Sadece Ramazan'da Allah'ın rızasına uygun davranıp, Ramazan'dan sonra hevâ ve hevesin güdümüne girmeyi, İslam'la uzlaştırmak mümkün değildir. Aslında Müslüman, her ayını Ramazan, her gecesini de Kadir bilerek Rabbine olan kulluk vazifesini sürekli bir şekilde ayakta tutmalıdır. “Ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (15Hicr:99) ayeti bize bu sorumluluğu veriyor.
Öyleyse Müslüman, kulluğunu ihlal edecek her davranıştan ömrü boyunca, bütün zaman dilimlerinde uzak kalıp, Allah'a yaklaştıran amellerin peşinde olmalıdır. Mü’min, emanet olarak verilen hayatın, hiç ara vermeden tükendiğini unutmamalı ve kulluğun, sonsuzluğa uzanan çizgide sürekli devam etmesi gerektiğini aklından asla çıkarmamalıdır. Çünkü az da olsa amellerde devamlılık esastır. Gaye İnsan, Ufuk Peygamber Nebiyyi Muhterem (sav) bu konuda şöyle buyurur: “Amellerin Allah’a en sevimli olanı, Az da olsa devamlı olanıdır.” (Buhârî, İman 32; Müslim, Müsafirîn 215-218, Münafıkîn, 78).
Sonuç olarak deriz ki, Ramazan kazanımlarımızı kalıcı hale getirerek “Ölüm gelinceye kadar” Rabbimize bağlılığımızı göstermeliyiz. Bu hâl üzere olanlara selam olsun.