ABD merkez bankası FED’in faiz artırım uygulamasına başlamasını açıklamasından sonra, başta gelişme yolundaki ülkeler olmak üzere küresel ekonomilerdeki tedirginlik her ne kadar belli düzeyde de olsa, azalıp yerini rahatlamaya bıraktı. Ancak tüm ülkeleri heyecanlandıran ve sorunlarını çözme yolunda önemli adımlar atma yönündeki çalışmalara başlamaları, ne yazık ki düşünce aşamasını geçemedi. AB daha net tanımlamayla EURO Bölgesi ekonomisinin, uzun süredir piyasaya sıcak para enjekte edilmesine rağmen (aylık 60 milyar Euro) enflasyon hedeflemesi olan ortalama %2’lik orana bir türlü ulaşamaması, Çin’in ihracata dayalı iktisadi büyüme modelini terk edip iç talebe yönelik büyüme yolunu seçmesine bağlı olarak enerji, emtia gibi hammadde talebini azaltması ve Çin’e bu girdileri satan başta Brezilya, Rusya, Venezüella gibi ülkelerin emtia gelirlerinin düşmesinin küresel ekonomiyi durgunluğa sokacak boyutlara ulaşması, gelişmekte olan ülkelerin FED’in faiz artırım kararı sonucu paranın doğduğu topraklara geri döneceğinin anlaşılması karşısında özellikle cari açıklarını kapatmak için yıllardır başvurduğu ucuz para kaynağıyla borçlanma olanağının artık ortadan kalkacağının anlaşılmasının bu ülkelerin reel ve finansal ekonomik dengesini daha da bozacak olması, gelişmekte olan ülkelerin siyasi gelecek endişesiyle yapısal sorunlarının kaynağına inip kalıcı çözümler yerine durumu kurtarmaya yönelik geçici ve göz boyamaya yönelik makyaj politikalar peşinde koşmaları ve bu tür popülist yaklaşımların halk tarafından prim yapması, Rusya’nın tarihi saplantısı olan fakat asla gerçekleşmeyecek Akdeniz’e çıkma amaçlı kırmızı çizgili politikasını uygulamaya koymak için Ukrayna’ya saldırma ile başlayıp sınırlarımızı taciz eden uçak düşürülmesiyle süren eylemlerinin Avrupa ve ABD’nin ekonomik yaptırımlarına uğramasıyla karşı karşıya bırakılması ve sürecin devam etmesi, Suudi Arabistan ile İran arasındaki siyasi merkezli sorunun olası ekonomik etkilerinin başta bölge (Ortadoğu, Arap Yarımadası) ülkeleri olmak üzere ortalama petrol fiyatlarını etkileyerek dünya ekonomisini kapsayabilecek boyuta ulaşması, Brezilya’daki siyasi kaos ortamının üzerine imalat sanayi üretiminin %12 oranında azalması ve bu verinin tüm ekonomiyi sarıp durgunluğa sokacak kilit sektörde ortaya çıkması, dünyanın neredeyse her bölgesinde sıcak savaşın, terör eylemlerinin devam etmesi gibi faktörler, artık tüm ülkelerin kaderi, birlikte yaşamak zorunda oldukları bir realite halini aldı. Tüm ülkeler bundan sonra şu an içinde bulundukları yukarıda ana hatlarıyla sıralanan olguları, ortak payda kabul edip iktisadi ve siyasi politikalarını bu temel gerçekliklere uygun bir şekilde planlamak zorundadır. Aksi takdirde ülkelerin kendi özel ekonomik ve siyasi konumları, küresel bazdaki gerçeklikler karşısında mağlup olmaya mahkumdur.
Finansal ve üretim ekonomisinin küresel ölçekte iç içe geçmesi sonucu, sürekli etkileşim ikliminden hiçbir ülkenin kaçabilmesinin olanağı yoktur. Büyük resmin çerçevesini kalın çizgilerle ortaya koyduktan sonra, ülkemiz bağlamında özellikle gelişmekte olan ülkeler uzun vadeli stratejik hedefleri, siyasi gelecek uğruna feda etmeyecek politikaları ajandalarının ilk sıralarına almaları gerekmektedir. Bunu yapabilen ülkeler diğerlerinden pozitif ayrışacaklardır. Çünkü ABD, AB, Japonya, Çin, Rusya, Brezilya, Hindistan başta olmak üzere gelişmekte olan ülke ekonomileri verileri, inişli, çıkışlı, yatay olmak üzere değişiklikler gösterecektir. Bu sonuçlardan ülkelerin olumlu veya olumsuz etkilenmeleri, ülkelerin yapısal sorunlarını çözmede uygulayabildikleri radikal reformlarda sağladıkları başarılara göre farklı boyutlarda olacaktır.
Ülkemizin yapısal reformları yapabilecek yeterli siyasi irade mevcuttur ve hükümetin bahanesi yoktur. Yapılması gereken ilk önce, önemine göre sorunların objektif olarak sıralanması ve ülkemiz kaynaklarının, belirlenen sorunlara verimlilik esası dikkate alınarak kanalize edilmelidir. Reformların başarılı olmasının temel şartı, arkasında güçlü bir kamuoyu desteğinin sağlanmasıdır. Bu omurgayı sağlam temellerle oturttuktan sonra gelen sonraki aşamalar, evrensel hukuk normlarının tesis edilmesi yani salt kanun devleti değil hukuk devleti olabilmesi ve ekonomik ajanlar arasındaki uyumun sağlanarak (Siyasi İrade – TCMB vb.) çok başlılığının giderilmesidir. Kendi adıma yanılmak istemiyorum. Bu koşulları sağlayan bir TÜRKİYE, değil FED hangi kurumun kararları nasıl ve ne yönde olursa olsun, olumsuz etkilenmesi en alt düzeyde gerçekleşecektir.
Soru: Finansal ekonomisi gelişmiş ülkeler, gelişmiş ülkeler midir? Neden?...
Sözün Gözü: Kişi öyle veya böyle nasibinin esiridir.