Tuttuğu dalın elinde kalmasına çok alışmıştır bu millet.
Popüler müzik ve komedi filmleri zamanlarına kadarki tüm Arabesk Müzik ve Türk Filmlerinde hep ihanete uğramış, alçaklıklarla karşılaşmış, itilmiş, hor görülmüş insan modelleriyle karşılaşırdık. Dünyanın kirli yüzüyle karşılaştığım güne kadar tüm bunların mizansen olduğunu düşünmüşümdür. Her şeye rağmen yaş ne kadar ilerlerse ilerlesin herkesin “çocuk” bir yanı vardır ya, işte bu duyguyla hala güvenilecek insanların var olduğunu düşünmek istiyor insan.
Mahallenin ya da şehrin “delileri, abdalları” bunun için en müsait insanlar. Onlar insanın en saf, en temiz yanlarını temsil ederlerdi.
Onların soframıza oturması bile övünç kaynağıydı bizim için. soframıza oturmak için başkalarını değil bizi tercih etmesine uhrevi yorumlar getirip, ilahi mesajlar çıkarır oyalarız kendimizi. Onlara uzatılan üç beş bozuklukla içimizi rahatlatır, onlarla yaptığımız üç beş kelimelik muhabbeti sadaka mesabesinde sayıp en azından o gün kendimizi cennetliklere yakışan bir iş yapmış görürdük.
Poşetli tüm bu portrenin dışına çıkardı bizi. Sokaklarda karşımıza çıkıp para isteyenlerin çoğunun aslında tam anlamıyla ihtiyaç sahibi olmadığını ya da çoğunun dilenciliği meslek haline getirdiğinden şüphemiz yoktu belki ama aralarında bir yada iki kişinin “hızır misali “gerçekten o parayı layıkıyla kullanacağı hissi yüzünden veriyorduk bozuklukları. Şu zalım hayatta en azından “fakirlerin” ve “abdalların” samimiyetinden şüphe etmek istemiyor insan.
En azından onları, mesaisi bittikten sonra iş elbiselerini çıkarıp banka kuyruğunda görmek istemiyor. Kendimiz dahil herkesi bozduğunu bildiğimiz paranın en azından onları bozmamış olmasını diliyoruz. Ama zaten aynen de böyle olmuş. Para onu hiç bozmamış. Ne kadar kazanırsa kazansın yaşantısından, halkından hiç vazgeçmemiş. O sağlıklı bir insanı yapmayacağı şeyleri yapmış kabul ediyorum. Ama onun bu halinden haberdar olanların sessizliğine benim kızgınlığım. Bir cebinden bir trilyon diğer cebinden sekizyüz milyar. O farkında olmasa da bu paranın farkında olan birileri muhakkak var. Elbirliğiyle uyutulmuşuz.
Sık sık gizli bir görevde olduğunu söylermiş ya rahmetli. Cidden öyleymiş.
Gizli Görev; Gözlerimizi açmak.
Dilenciliğin, Doğu Kültürünün vazgeçilmez bir parçası olduğunu düşünmüşümdür hep. Bir tür emniyet ventili. Doğunun olanca fakirliğine rağmen, hırsızlığının, kapkaççılığının, gaspçılığının, mütacavizliğinin olabildiğince az , iyiliğinin, yardımseverliğinin, hoşgörüsünün, anı ve anlamlı yaşamasının sebeplerinden biri olarak görmüştüm bu mesleği.
Ama şimdi görüyoruz ki bu tip insanlar vicdanımızın en aptal yönünü temsil ediyor.
İnsanları salak yerine koyma ustaları. “Tiyatroculuğun nirvanası.”
Trilyonları olduğunu öğrenince tüm gün Barış Manço’nun “bugün kendimi hıyar gibi hissediyorum” şarkısını söyledim. Sadece Poşetli yüzünden değil tabi, onun parasına sahip çıkan onun parasını yatıran, onun parasının olduğunu bilen ve buna rağmen bu tiyatronun sürmesine izin veren kimlerse, onların yüzünden.
Çünkü Poşetliye kızarsam tüm insanlara ve kendime kızacağım. Mahallemizin delileri de gidince güvenecek hiç kimse kalmayacak elimizde çünkü. Ve ben en azından delilerine güvenmek istiyorum bu dünyanın.
Bir şey daha gördük ki aslında onlar değil biz aptalız.