Ak saçlılar, ‘vakit nakittir’ demişler.
Bu nakiti, vaktinde harcayabilmek için lazım gelen, vakitli ferasettir, zannımca.
Vakitli feraseti kim sergileyebilir?
İşinde pişenler, dersem, ortalığı nefis bir yemek kokusu alır, sanırım.
Böyledir bu işler.
İşinde pişenlerin pişirdikleri yemeklere doyum olur mu?
‘Hamdım, piştim, yandım’ diye Mevlana’dan ilham ile, işinde pişenin pişirdiği yemeğe söylediğini aktaralım:
‘Hamdın, pişirdim, yendin; gıda olup gönülleri doyurdun.’
İşinde pişenler, makamı işgal eden değil, zihnini işi ile meşgul eden, makamıyla kurumunu mamur edenlerdir.
Bu konudaki toplumsal talihsizliğimizin sebebi, gayreti olanların kalenderliği, hırsı olanların da yüzsüzlüğü olsa gerektir.
Kalender insan, Allah’tan ister, kula bel bağlamaz.
Yüzsüz olan haris ise; her kim olursa ister, her ne olursa ister, her nerede olursa ister. Dilenciliğin sırrına vakıftır, yani.
Gayretin değil hırsın işgali altındaki makamlardan, gönlü okşayacak bir makam ile ses ve icraatın çıkmasına imkân olur mu?
Bence olmaz; olmuyor da zaten.
Tüm Türkiye’mde şunu çok merak ediyorum:
Şu an bulunduğu makamları işgal eden insanların kaç tanesine o makamlar kendi arzu, istek ve hırsları olmadan verildi?
İşgal kavramını bilerek kullandım.
Ya da şöyle soralım:
Ülkemdeki bürokrasi teşkilatında yer alan kurum ve kuruluşların yetki makamları, her kurumun kendi kültürü dikkate alınarak ve en ehliyetliyi arayan adil bir sistem vasıtasıyla mı dolduruluyor?
Cevap?
Ben cevabını vereyim:
Ülkem için çok büyük hizmetlere imza attığına, yaşayarak şahit olduğum günümüzün devlet adamları, eski iktidarların en kirli mirasını reddetmediler, maalesef.
O kirli miras ne mi?
Her kurumun yetki sahiplerini, kurumun kendi kültürü içinde yetiştirme vazifesine gaflet gözlüğü ile bakan, o kayırmacılık adı altındaki iki çift kirli göz.
Bu kirli miras reddedilmediği için, toplumdaki liyakat algısı yerlerde sürünüyor, maalesef.
Yapılmış bir akademik çalışmadan bahsedecek değilim fakat bürokrasideki liyakat ilkesinin çaresizliğinden, kundaktaki bebek bile şikayet ediyor, dersem, işin vahametini ortaya koymuş oluruz.
Koçi Bey’den günümüze kadar devam eden bir garip feryat…
Bu çaresizliğin çaresi; ‘hamdım, piştim, yandım’ ile tarif edilen ‘olgunluk’ yoluna revan olmaktır.
Hamlık, başlangıçtır; her işin ve her kişinin bir başlangıcı yani hamlığı olur. Ham olan, sofraya da gelmez, sofra da kuramaz.
Devlet olarak bürokrasideki yanlışımız, ham olanın kurduğu sofradan doymayı beklemektir. Pişmemişin pişirdiği aş ya karın ağrıtıyor ya baş…
Pişeni bulmak lazım, pişirdiği aşın faydasını ummak için…
Geçmişte, bu satırlarda şunu demiştim:
Ortamı güzelleştiren insanlar, hatırına iş yapılabilecek insanlardır. Bu insanların seçimine imkân verecek sistemler ile kamuda kurulacak bir ‘pişme’ mekanizması, devletim için ne büyük servettir.
O zaman, güzel insanların emir vermeden iş yaptırabilen insanlar olduğu, anlaşılmış olacak.
İşinde pişen insan, sorumluluk sahasını ve sürecini en iyi bilen insandır. İşin emekle mi, zamanla mı tamamlandığını iyi bilir.
Emri altındaki insanlardan, gayreti mi yoksa zamanı mı satın alacağını da iyi bilir.
Kamu sektöründe maalesef çalışanın sadece zamanına para verilmektedir. İşine vaktinde gelen, en makbul çalışandır.
Bu durum, bütünüyle yanlış olarak değerlendirilecek bir durum değildir ama zamandan ziyade işe odaklanan idareciler, bilmeliyiz ki işinde pişen insanlardır.
Millete hizmet yolunda yapılabilecek en güzel işlerden biri, yetkilendirme sisteminin pişmeye ayarlanması, bir diğeri de kamu çalışanının vaktine para verilmesinden vazgeçilmesidir.
Sonuç odaklı bir bakış açısı, işine odaklanıp eser üretenin mi, yoksa işine vaktinde gelenin mi daha kıymetli olduğunu net bir şekilde ortaya koyacaktır.
Uzaktan çalışmaya mecbur bırakan pandemi, bunu test etmek için bir büyük fırsat olsa gerek…