Bu haftaki yazımda Türk siyasetinde yıldızı her geçen gün biraz daha parlayan bir kişi olan Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Sayın Süleyman Soylu’yu yazmak istiyorum. Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı diyoruz ama Sayın Soylu için bunun öncesi de var. Süleyman Bey geçmişinde muhalefet partisi liderliği de olan bir kişi. Üstelik oldukça yıpratılmış ve kötü bir şöhrete ne yazık ki kavuşturulmuş Demokrat Parti ile seçim başarısı göstermiş ve Anadolu’yu bundan bir önceki yerel seçimlerde karış karış dolaşmış, birçok belde ve ilçe belediyesi kazanmış bir siyasetçidir. Örnek verecek olursak; Bodrum, İslahiye ve benim de ilçem olan Altınekin bunlardan sadece üçü.
Süleyman Soylu’nun bu başarısında; samimiyeti, insan ilişkileri, Adnan Menederes’in yolunda gitmesi, halkın değerlerine son derece saygılı kişiliği ve benzeri özellikleri etkili oldu. Zaten bu başarısı Demokrat Parti içinde kısa sürede ödüllendirildi(!) Önce Genel Başkanlıktan indirildi sonrasında ise partiden ihraç edildi. Nedenini yeniden hatırlatmamda fayda olduğunu düşünüyorum. Zira partiden ihraç nedeni Süleyman Soylu’nun gerek Başbakan Erdoğan gerekse millet nezdinde neden parlayan bir yıldız haline geldiğinin bir göstergesidir. Hatırlayacaksınız 2010 12 Eylül’ünde bir referandum yapıldı, Anayasa referandumu. Bu referandum Türkiye’nin bugün geldiği noktada hayati öneme sahipti. O dönemde Süleyman Soylu “Yetmez ama EVET” gibi işlere falan hiç girmeden bu anayasa değişiklik paketine sonsuz destek verdi. Bunun milletin yeniden iktidara gelmesi yani aslında yeniden “Yeter, Söz Milletindir!” demesi için hayati bir öneme sahip olduğunu gördü ve o dönemde bir birey olarak Anadolu’da halkın referanduma “EVET” demesi için çaba harcadı. Çok iyi hatırlıyorum o dönemde Konya’da KTO’nun salonunda çok sayıda insanın katıldığı bir konferans da vermişti ve ben de bu konferansı takip etme şansına sahip olmuştum. O kadar etkileyici ve sahiplenerek konuşuyordu ki sanki kendi partisinin bir politikasıydı. Hayır, illa bir politikayı sahiplenmek için o politikanın parti politikası olmasına gerek yoktur. Süleyman Soylu da Türk siyasetine bunu armağan ederek o malum süreci geçirdi ve bana göre referandumun olumlu sonuçlanmasında pay sahiplerinden birisi oldu. İşte bu yüzden bir bakıma “Yeter Söz Milletindir” dediği için DP’nin o dönemki Genel Başkanı H. Cindoruk ve arkadaşları tarafından partiden ihraç edildi. S. Soylu daha sonra bu kararı mahkemede bozsa da bir daha o partiye katılmadı.
Sonrasında bir süre siyasetten uzak kaldı, bir ‘akil adam’ olarak; konferanslar düzenledi, programlara katıldı, okudu, araştırdı, tartıştı, yorumladı… Bu şekilde hizmet etmeye karar verdi. Gerçekten de hizmet sadece yöneterek yapılmaz. Bunu unutmamak gerekir. Ancak siyaset O’ndan fazlaca uzak kalamadı. Gerek Başbakan Erdoğan’ın şahsi muhabbeti gerekse milletin giderek artık sevgi ve saygısıyla Süleyman Bey siyaset sahnesine geri döndü ve bu seferki adresi iktidar partisi Ak Parti oldu. Aslına bakarsanız çok da iyi oldu. Her şerde bir hayır vardır kabilinden hareketle o dönemde parti liderliğini çeşitli ayak oyunları neticesinde kaybetmesi, partiden ihracı gibi O’nu bitirmeye yönelik hareketler O’nu daha da yüceltti. Bu noktada aslında Tayyip Erdoğan ile Süleyman Soylu arasında bir benzerlik kurmak mümkün. İkisi de kendilerine kurulan oyunlar sonucunda zayıflamak yerine daha da güçlendiler ve bugün birlikteler. Aldığım reaksiyonlar gösteriyor ki halk da bu birlikteliği sevdi.
Doğrusunu söylemek gerekirse Sayın Soylu müthiş bir hatip, liderlik vasfı taşıyan bunun yanında entelektüel seviyesi oldukça yüksek bir siyaset adamı. Başbakan Erdoğan O’nu partisine davet ederek aslında bu ülkeye bir hizmet etti. Süleyman Soylu için belirlenen yer Ar-Ge Genel Başkan Yardımcılığı, bu birim Siyaset Akademileri’nin içerisinde olduğu birim. Bu açıdan Soylu’nun hatiplik özelliklerini ve entelektüel derinliğini en iyi şekilde yansıtabileceği birim. Bu tercih Başbakan Erdoğan’ın O’nu ne kadar doğru analiz ettiği ve anladığını gösteriyor.
2010 yılının bir günü Konya Rixos Otel’de Anayasa Hukuku Hocam ve Sayın Soylu’nun da Hukuk Danışmanı olan Sayın Prof. Dr. Faruk Bilir vesilesiyle tanışma fırsatı bulmuştum kendileriyle. Birkaç arkadaşımla birlikte ziyaret ettik. O ziyarete giderken arkadaşlarıma şunu demiştim: “Eğer samimi bulmazsam size bir daha adını anmayacağım.” O gün orada Merhum Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ın torunu Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali Hanımefendi de vardı. Gerek Sn. Soylu gerekse Sn. Naskali o kadar kibar ve samimiydiler ki o günden sonra daha bir dikkatli izledim bu ikiliyi. Ve ta 2010 yılında o görüşmeye giderken dediğim gibi samimi bulmasaydım bugün burada yazmazdım. Bırakın bugün burada yazmayı o günden beri tüm açıklamalarını takip etmezdim.
Geldiğimiz noktada yıllardır takip ettiğim bu ikilinin en ufak bir talihsiz açıklamasını görmedim. Daha sonraki adımları ve izledikleri politikalarla da dosdoğru bir yol izlediler. Ben burada bugünkü yazımda sizlerin de dikkatini çekmek istedim.
Siyasetçiler de insandırlar o anlamda kimseyi kutsamamak gerekir, onlar da hata yaparlar, muhtemelen Sayın Soylu da yapmıştır, yapıyordur ancak ismi geçmesi gereken ve parlayan bir yıldız olduğu da bir gerçek.