Tüm dünya ekonomilerin genelde hareketli ve birbirlerini etkilemeye devam ettiği bir haftayı daha geride bıraktık. Hemen tüm ülkelerin önemli bir çoğunun artık tüm kaderi bu. Niye böyle diye sorulacak olursa, cevabı gayet açık; 1960’larda başlayan üretimin küresel düzeyde örgütlenmesi (üretimin küreselleşmesi) ile 1980’li yılların başından itibaren sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve telekomünikasyon (haberleşme teknolojisi) sistemlerinin gelişmesine bağlı olarak finansal işlemlerin birbirine bağlanması (mali sektörün küreselleşmesi). Herkesin bildiği ve bundan sonrada üretimin ve mali sektörün küreselleşmesi sürecinden asla da geriye dönüşün olamayacağı bu gerçeği vurguladıktan sonra, dünya ve ülkemizle ilgili gelişen iktisadi gelişmelere değerlendirmeye başlayabiliriz.
Geçen hafta günü ABD’nin şirket bilançolarıyla ilgili verilerinin olumlu sayılacak sonuçlarının borsanın yükselmesine yol açmasına rağmen, hafta içinde yapılacak olan FED toplantısından çıkabilecek olası kararlar nedeniyle artışlar sınırlı düzeyde seyretti. ABD’de açıklanan iktisadi verilerin de beklenenin altında ama genel olarak pozitif bir seyir göstermesi sonucu küresel piyasalarda FED'in para politikasını sıkılaştırma politikası uygulamasına en iyi ihtimalle 2015’in son çeyreği hatta 2016’nın ilk aylarında başlayacağı görüşü ağırlık kazanmış durumda. ABD öncü verilerine genel olarak bakıldığında ise arabesk bir durum karşımıza çıkıyor, yani verilerin bir kısmı olumlu bir kısmı olumsuz. Mesela iktisadi verilerin ABD ekonomisinin yılın ilk çeyreğinde ancak %0,2 büyüyerek beklentilerin çok uzağında kalması, hava şartlarının kötü geçmesi, doların değerinin yükselmesi ve enerji fiyatlarındaki değişmelere bağlı olarak yatırımların azalmasına bağlı olarak yavaşlaması sonucu ortaya çıkan bir sonuç. Diğer önemli bir veri ise istihdam oranı artışının azalması; FED bu sonucun da geçici nedenlerden kaynaklandığını belirtmekte, tabii bunun ne derece doğru olduğunu zaman gösterecek, biz de takipçisi olacağız. ABD ekonomisindeki iktisadi verilerde görülen olumsuz gelişmeler söylendiği gibi geçici nedenlere dayanması ve uzun vadeli ABD tahvil faizlerinin getirisinin %10’lara yükselmesi, tüm dünya özellikle gelişmiş ülkelerden ziyade gelişmekte olan ülkeler için pek hayırlı bir haber değil. Küresel sıcak sermayenin tercihi, her zaman daha riskli ama yüksek getiriden değil, biraz düşük olmasına rağmen beklentilerinin üzerindeki getirileri olan (% 10) gelişmiş ülke piyasalarına özellikle ABD’ye olacaktır. Gelişmekte olan ülkeler için macera bu noktadan sonra başlıyor, eğer ABD tahvillerinin getirisi beklendiği gibi %10 oranında gerçekleşirse, küresel sıcak sermayenin önemli bir oranı ABD’ye akacağından, bizim ve dış kaynağa ihtiyacı olan gelişmekte olan BRICS-M ( Brezilya – Rusya – Hindistan – Çin – Güney Afrika – Meksika ) gibi diğer gelişmekte olan ülkelerin kaynak bulma maliyetinin artacağı muhakkak. Böyle bir durumla karşılaşılması ise gelişmekte olan ülkelerde veya ülkemizde temel mal ve hizmetlere yapılacak zamlar dolayısıyla orta düzeyde gelire sahip geniş halk kitlelerinin hayatlarının daha da zorlaşması demek. ABD ekonomisi verileri için açıklanan inişli çıkışlı veriler dünyanın önemli ekonomileri içinde geçerli. Çin’deki ekonomik faaliyetlerin artırılmasına yönelik iktisadi kararların etkisi piyasalara olumlu yansıdı. Japonya bir türlü ekonomisinin hızlanma trendinin yönünü yukarı doğru döndüremedi, üstelik FITCH bütçede alınması gerekli önlemleri almaması nedeniyle kredi notunu “durağan” duruma indirdiğini açıkladı. İngiltere’nin yıllık büyümesi beklentilerin altında ancak %2,4 olarak gerçekleşerek tehlike sinyallerinin çaldığını işaret etmekte. Avrupa Birliği (EURO Bölgesi) ekonomilerinin önemli bir kısmı ise piyasaya servis ettiği kaynaklarla ekonomilerini deflasyonist ortamdan kurtulmak için çabalamakta. Yunanistan ekonomisinin verileri ve AB ile adeta bilek güreşini sürdürmeye devam etmesi ise Avrupa ekonomisi için tehdit oluşturmaya devam ediyor. Global petrol arzının dünya bazında her türlü siyasi ve iktisadi gelişmelerden etkilenmeye açık pozisyonda olması ise, tüm ekonomileri etkileyecek önemli konumunu sürdürmeye devam ediyor.
Seçim iklimine giren gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerin yaşadığı durumu normal olarak şu sıralar ülkemiz yaşıyor. Yaklaşık bir ay süre genel seçimler dolayısıyla meydanlar hareketlenmeye ve ısınmaya, geçmiş dönemlerde olduğu gibi “kim ne veriyorsa ben beş fazlasını veriyorum” türünden vaatler!, sözler! havalarda artarak uçuşmaya devam ediyor. Ancak hayatın ve ekonominin gelişmelerinin, seçim meydanlarındaki gibi bol keseden atmaya benzerliği hiç yok. O zaman gerçeklere bakalım. Ülkemizle ilgili açıklanan ilk üç aylık veriler olumlu sayılabilecek düzeyde; kapasite kullanım oranı, reel güven endeksi gibi. Ülkemiz için temenni edelim ki bu tür ekonomimizin olumlu verileri FED politikalarının ve kredi derecelendirme kuruluşlarının görüşlerinin gereğinden fazla etkili olacağının düşünülmesine, Merkez Bankasının aşırı duyarlılığına bağlı olarak olumsuz açıklamaları sonucu TL üzerindeki baskıların artmasına, enflasyonla ilgili görüşlerinin abartılmasına ve her şeyden önemlisi yaklaşan genel seçimler nedeniyle yoğunlaşan siyasi tansiyona kurban edilmesin. Genel seçimlerin sonuçları üzerine şimdiden felaket senaryolarının ön plana çıkarılması bilinmeli ki hepimizin ekonomik, sosyal, kültürel ve en önemlisi moral açısından aleyhine. Tüm toplumun moral değerlerinin olumsuzluklara kodlanması ülkemiz refleksinin, enerjisinin boşa harcanmasından başka bir getirisi yok. Ama bu sürecin uzun süre ülkemizde karabasan misali devam etmesi, gelişen ülkeleri yakalamak bir yana gelişmekte olan ülkeler sıralamasında arka sıralara doğru yol açmaktan başka bir sonuç getirmez. Bu konuda tehlike çanlarının ülkemiz için çalmaya başladığını da belirtmek isterim. Birkaç yıldır ülke olarak yapısal ekonomik sorunları çözemediğimizden, orta ve yüksek nitelikli teknoloji ürün üretmeyi başaramadığımızdan kişi başına düşen milli gelir düzeyimizi 10 bin dolar eşiğinden kurtaramadık, orta gelir tuzağına takılıp kaldık. Buradan çıkmamız yani TÜRKİYE ortak paydasında birleşerek ülkemizi gelişmiş ülkeler üst sınıfına yükseltmemizin iradesi bize bağlı. Nihai sonucun ne olacağını hep birlikte göreceğiz, yani mesela on yıl sonra tüm ülke olarak mutlu ve refah düzeyi yüksek gelişmiş bir ülke yada siyasi hedefler ve şahsi çıkarlar uğruna kan çıbanına dönüştürdüğümüz sorunlar yumağıyla uğraşan, gelir seviyesi düşük, sosyal huzuru kalmamış bir ülke. Kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız. Teşbihte hata olmasın; cennette, cehennemde bizim elimizde.
Soru: Klasik Devlet Anlayışı = Sosyal Devlet Anlayışı mıdır? Neden?…
Sözün Gözü: Kim ama kim için olursa olsun, kendi özünü tüketecek kadar fedakarlık yapma.