Selamün Aleyküm Yeni Haber okurları.
Geçtiğimiz hafta İstanbul'un kiliseden camiiye çevrilmiş eserlerine değinmiştik. Bu hafta Meryem Ana Kilisesi'nden bahsedeceğim.
Suriçi İstanbul'unun en eski semtlerinden olan Balat ve Fener semtleri sırtlarında, Haliç'e hakim bir tepe üzerinde, Fener - Rum Ortodoks Mektebi'nin devasa eteklerinin bitişiğinde; Kanlı Kilise olarak da bilinen, kubbeli olmasına karşın camiiye çevrilmemiş ve padişah fermanı ile koruma altına alınmış, yapıldığı günden beri kilise görevi yapan bir ibadethane...
Dönemin imparatoru VIII.Mihail idi ve bir de Maria isminde kızı vardı. Prenses Maria; saraydan, fırsat buldukça, gizlice dışarı çıkıyor ve İstanbul'u gezmek ve keşfetmekten büyük keyif alıyordu. Bu keşiflerden birinde ise, hayatının aşkını keşfedecekti… Prenses Maria, kendisinin kim olduğunu bilmeyen, Carlos adlı bir gence aşık olur; Galata'da antikacılık yapan Carlos ile Maria'nın aşkı zamanla büyür ve birlikte yaşama düşüncesi, her şeyin ötesine geçer. Her devrin hikayesi: Zengin kız, fakir oğlan ve zalim baba! Ancak gençler, birlikte, İstanbul'dan kaçmaya karar verirler.
Yalnız, kaçacakları gece, başka bir şey daha olur. Bir ayakkabı atölyesinden çıkan yangın, tüm Konstantinopolis'e ve Galata'ya yayılır. Askerler söndürme çalışmaları için yetersiz kalırlar. Halk ise desteğe gelemez çünkü hayvanat bahçesi de yanmıştır ve ortalık vahşi hayvanlarla doludur. O gece tam bir düzensizlik hakimdir İstanbul'a…
O gece, imparator, kızı ve dostunun da bulunması için emir vermiştir askerlere. Carlos'un evine gelen askerler, gençleri tanırlar ve baygın halde iken ikisini de kurtarırlar. Carlos'un başını gövdesinden ayırıp imparatora sunulmak üzere çuvala koyarlar.
Günler sonra, Prenses Maria, kendisine geldiğinde, bir gözünü kaybettiğini ve yüzünün yarısının yandığını görmüş ve daha da kötüsü sevgilisi Carlos'un, babasının emriyle hunharca öldürüldüğünü öğrenmiş olur.
Mihail, kızını iyi etmek için her şeyi yapar. Roma'nın hükümdarı, imparatorluk sınırlarının ötesine geçerek doğunun ve batının en iyi hekimlerini getirir. Uzun süren bir iyileşme süreci sonrasında eski güzelliğine kavuşur. Dahası, yitirdiği gözünün yerine bir göz bile takılır. Tabi gerçek olmayan, görmeyen bir göz…
O seneler Anadolu'ya sık sık yapılan Moğol akınlarına karşı, İmparator Mihail, Moğollar ile akrabalık bağı kurmaya karar verir ve dönemin Moğol Hakanı Hülagü Han'a, kızı Prenses Maria'yı gelin olarak verir.
Fakat, Prenses Maria henüz yoldayken Moğol Hakanı ölür ve tahta, oğlu Abhaka Kağan geçer. Maria, Moğolistan'a vardığında Abhaka'yla evlendirilir. Kaderin bir yazgısı gibi Abhaka da kısa süre sonra vefat eder. Moğollar, bir kağan ile evlendirilmiş olan prensesin, başkasıyla evlenemeyeceği için Konstantinopolis'e geri yollarlar.
Sevgilisini, gözünü, gençliğini ve mutluluğunu yitiren; zorla evlendirilerek bozkırlara yollanan Maria, burada bulunduğu süre içerisinde kendisini dine vermiştir. Varlığını dine adayarak yaşamının anlamını bulmaya çalışır. Konstantinopolis'e döndükten sonra, Balat semtinde kurduğu kilisesinde rahibe hayatı yaşamaya devam eder.
Prenses Maria'nın tek görseli, Edirnekapı'daki Kariye Müzesi'nde bulunmaktadır.
Kanlı Kilise adını ise; fetih sırasında, buradaki yokuşlarda, şiddetli çarpışmalar olması ve Balat'tan Haliç'e oluk oluk kan akması nedeniyle aldığı da söylenir...
Bu haftalık bu kadar diyelim. Gelecek yazımızda görüşmek dileğiyle, Allah’a emanet olunuz…