Yeryüzündeki tüm çiçeklerin aynı renkte, aynı kokuda olduğunu düşünün bir an. Menekşenin, lalenin, papatyanın, zambağın olmadığı bir dünya… Sadece gül var ve tüm çiçekler rengini kokusunu, şeklini kaybedip güle benzemeye çalışıyor. Hepsi kendi renginde, kendi kokusunda güzelliğini bulurken, başka bir güzelliğe öykünmek uğruna gerçek güzelliğini kaybediyor…
Modanın adeta köleleştirdiği kadınlardan söz ediyorum… Batının neredeyse bir asırdır ortaya attığı güzellik kalıbına girmek için yığınla para harcayan, olmadık acılara katlanan kadınlar… Irksal özelliklerine savaş açan ve birilerinin uydurduğu güzellik yalanına inanan kadınlar… Güzellik sadece 90-60-90 ölçülerine hapsedilince ve bu ölçülerin üstüne o yılın en çok satan parfümü sıkılınca sanırım çiçek benzetmesi daha iyi anlaşılıyor.
Kadınlar geçmişini unutup yeni olanın modanın peşinde koşarken, erkekler bunun dışında mı kalıyor? Elbette değil. Ancak erkekler modaya olan bağlılıklarını kadınlar kadar canlı tutamıyorlar kanımca. Modayı var edenler bunu çok iyi bildikleri için kadınlar için hazırlanan çeşitlilik her zaman erkekleri geride bıraktı. Evlerde erkeklerin ayakkabı ve çanta sayısı kadınlarınkini hala geçemedi. Alışveriş merkezlerinde küçük bir gözlemle de bu durum anlaşılabilir. Alışveriş merkezlerinde vitrin camlarını her gün ayin yapar gibi kutsayan genellikle kadınlar oluyor.
Sözüm şudur ki ;
Günümüz modacılarının tasarladığı giysilerin içinde kaç kişi kendini unutma, özgür düşünme imkânına sahip? Daracık kot pantolonla nefes almaya çalışan, makyajı akmasın diye gözyaşlarını erteleyen, topuklu ayakkabı giydiği için her an dengesini kaybetme korkusu yaşayan, saçı veya eşarbı bozulmasın diye rüzgârı yüzünde hissetmeye korkan kadınlar ne kadar özgür yaşıyormuş! “blue jean”in hareket etme kabiliyetini yok ettiğini dolayısıyla insanın özgür düşünmesini engellediğini vurgularken birçok firma bu giysiyi, “özgürlüğün ve gençliğin” sembolü diyerek bir asırdır pazarlıyor.