Bütün duygu ve düşüncelerimizin, bizim kontrolümüzde olmadığını biliyoruz. Bir psikoloğun tespitiyle ‘’kendi irademizle kontrol edebileceğimiz düşünce sayısı maalesef bir elin parmaklarını geçmez.’’
Bir konu hakkında düşüncelerimiz ne kadar zengin olursa olsun yazmaya veya konuşmaya beynimizi işgal eden parçaların birinden başlarız.
Bu yol üzerinde yürürken beynimize ,parçayı ilgilendiren malzemeler akmaya başlar. Şayet parçayla bağlantı kuran düşünceler içinde, önceden bir kişi, bir toplum, bir cemaat veya bir olay hakkında fetiş biri varsa onu kullanmaya daha yatkın gibi görünüyoruz.
Bir örnekle konuyu açmaya çalışayım.
Kendisi de Yemenli , soylu bir aileye mensup Arap kökenli İbn-i Haldun :
‘’Araplar vahşi tabiatlarının bir sonucu olarak yağmacı ve bozguncudurlar. Başkalarıyla mücadeleye girmeden ve kendilerini tehlikeye atmadan yağmalayabildiklerini yağmalarlar ve sonra da yurtları olan çöllere kaçarlar. Sadece kendilerini savunmak zorunda kaldıkları zaman savaşırlar. Kendilerine zor ve meşakkatli gelen şeyleri bırakıp kolay olanlara yönelirler’’ diyor. (Mukaddime sf.204 cilt 1)
Kabe İmamı Abdurrahman Es Sudeys’in yediği herzeyi duyan birisi yukarıdaki paragrafta verdiğim bilgilere benzer bilgiler (sistemin felsefesi gereği red edilmiş olsa bile hiç değilse duyum olarak ) varsa dağarcığında hemen genellemeler yaparak Arapların geçmişinden başlayacaktır.
Bu akıntının ne kadar ve ne zamana kadar devam edeceğini kestirmek oldukça zordur. Çünkü akıntı öfkeyle(Müslümanlar için ABD nefreti sadece emperyal kökenli mi sanıyorsunuz?) karışık bir duygusallık içeriyor. Bireyin öfke seansının uzunluğuyla , sataşmanın uzunluğu aynıdır.
Öfkenin şiddeti kesilmeden Peygamberimizi (S.A.V.) Hz.Ebubekir’i,Hz.Ömer’i, Hz. Osman’ı, Hz.Aliı veya Hz. Hamza’yı hatırlatmak hem tehlikeli hem faydasızdır.
Tehlikelidir: Çünkü geneli kuşatmayan duygusal bir sapma vardır ve akıl devre dışı kalmıştır. Yani…Ağızdan hangi kelimelerin çıkacağını bireyin, kendisi de kestirebilecek şuurdan yoksundur. Sel, köpük de getirir kütük de.
Öfke sükuna erince, kendisine genel içindeki özeller hatırlatılabilir. Birey bu aşamada hatasını kabullenmede zorlanmayacak ve muhtemelen olgunluğunun seviyesine paralel olarak özür de dileyecektir.
Demekki doğru seçilmiş negatif bir parçadan, yüzde yüz doğru bir genelleme çıkmıyor.
Ya özelimiz pozitifse:
Madem dünyayı ABD ile birlikte Araplar yönetiyormuş(!) Güncelliği hatırına ordan gidelim.
1980-1995 yıları arasında İslam’ın en yoğun gündem belirlediği yıllarda, Araplar aleyhine konuşmak nerdeyse bir itikat sorunu haline gelmişti. Peygamberimizin(S.A.V) hatırına kimse de bu genellemenin üstüne gidemiyordu. Bir Allah’ın kulu da çıkıp ‘’yahu kardeşim Ebu Cehil ,Ebu Leheb, Velid b.Mugire, Ümeyye b.Halef gibi azılı Peygamber düşmanları Arap değilmiydi demek kimsenin aklına gelmiyordu. Gelse de ‘’mahalle baskısından’ ’seslendiremiyordu.
Örneğin izaha muhtaç bir tarafı var mı?. Peygamberimizi(S.A.V) ölçü alarak O’nun geldiği toplumu da pozitifleştirmenin gerçeklikle bir ilgisi yoktur.
Buna rağmen aklımızın özellerini, ruhumuz genelleme eğilimindedir. Ancak genelleme yaparken daha dikkatli olmanın gerekliliği de ortada.