Onlar ilerlemeden, tedavi edilen hastalıklardan, inşa edilen yollardan, geliştirilmiş hayat standartlarından bahsediyorlar. Bense içi boşaltılmış toplumlardan, ayaklar altına alınan kültürlerden, tahrip edilen kurumlardan, el konulan topraklardan, silinip giden olağanüstü imkanlardan bahsediyorum.
Aime Cesare
Son birkaç yüzyıldır bütün otoritelere savaş açılmış, iyi kötü mevcut olan düzeni sağlayanlar ya pasifize edilmiş ya da yokluğa mahkûm edilmişti. Özgürlükler artırılacak masalıyla, insanlar ayartılmış, ülkeler kültürel anlamda işgal edilmişti. Artık bu oyunun sonuna geliniyor ve parsayı almak için, oyunu kuranlar game over demeye hazırlanıyorlar. Gelişmiş ülkeler, geri kalmış ülkeler diye sınıflandırma yapan hedeflerindeki ülkelerin kadim şehirlerinde dini, kültürel ne kadar tarihi hafızayı işletecek bina varsa bombaladılar, yaktılar yıktılar. Bir taraftan arkeolojik kazılar yapıp eski medeniyetleri ortaya çıkarmak için milyon dolarlar harcarken diğer taraftan bugünkü medeniyetleri hem sözünü ettiğimiz şekilde taciz ettiler hem de kültürel bir vandalizmle yok etmenin gayretine girdiler.
Soğuk savaş stratejisini çok iyi kullandılar ve bunu Rusya’ya karşı yapılıyor gibi göstererek dünyada kendilerinin dışında ne kadar medeniyet varsa hepsine karşı uyguladılar. Esas hedefleri ise İslam ülkeleriydi. Bu stratejiyi öyle sinsice gerçekleştirdiler ki karşı taraf savaştığını bilmediği için cephe bile açamadı. Ateşe uçan pervaneler gibi kanatları yanıncaya kadar ışıltılı bir dünyaya doğru yol aldığını sandılar. Kanatlar yanınca iş işten geçmiş oluyordu zaten. Özgürlük masalı, ilerleme yalanı ve milliyetçilik fitnesi ile karşı tarafta ne kadar blok varsa paramparça ettiler ve en sonunda sıra aileye gelmiş oldu. Anne ile babayı birlik olma zırhından çıkararak iki ayrı birey haline getirdiler ve çocukları özgürlük ateşinde yaktılar. Bu da her gün bir başka örneğini gördüğümüz kadın cinayetlerini, gençlerde uyuşturucu vakalarını ve fuhuş çetelerinin eline düşen kadınlarımızın kızlarımızın hazin manzaralarını ortaya çıkardı. Amaç da buydu zaten, düzen kurmak değil, kurulu düzeni bozmaktı.
Artık soğuk savaş da bitti. Orada büyük zafer kazandılar. Yukarıda anlattığımız manzara onlara öyle bir alan açtı ki şimdi bir süredir uyguladıkları işgalleri hızlandırma kararı alma cesaretini gösteriyorlar. Filistin’i bir yıldır talan eden İsrail bunu daha da genişleterek Lübnan ve İran’a da sıçratmış durumda. Bunlar da yeterli olmayacak, çünkü amaç saydığımız bu ülkeler değil tam olarak. Amaç bölgeyi kan gölüne çevirerek asırlardır rüyaları olan büyük haritayı tamamlamak.
Peki bizler ne yapıyoruz? Olup bitenler karşısında tavrımız ne? Ateşin sınırlarımıza dayandığı ve yıllardır soğuk sıcak savaşlardan düşüncemiz nasıl beslendi, önlemimiz var mı? En üsteki ağızdan çıkan “esas hedef Türkiye” sözünün gereği yapılıyor mu? Bütün bunlar olup biterken insan manzaralarına baktığım zaman çok büyük endişeler içeren sorular kafamda yankılanıp duruyor. Şehir meydanlarında dolaşan genç yaşlı insanların tavırları, davranışları, giyim kuşamları, düşünceleri, konuştukları mevzular hiç de böyle bir tehlikenin sınırlarımıza dayanmış olduğundan haberdarlarmış gibi değil. İnsanlarımızın büyük bir çoğunluğunun gündemi toplumsal bir kaygıdan uzak bireysel zevklerden kederlerden oluşuyor gördüğüm kadarıyla.
“Şeytanın yalnızca kötü olduğunu bilmek yeterli değil, aynı zamanda, iyiliğin etrafını sarıp onu sıkıcı ve imkânsız hale getiren bir şey olduğunu bilmek gerekir. İyiliği erişilmez olarak takdim eden zihne dair her türlü abartı şeytanın ilgi alanına girer.” Schuan’ın bu sözü kulaklarımda çınlıyor bu günlerde. İyiliğin taraftarlarında inanılmaz bir atalet, anlaşılmaz bir rehavet gözlemliyorum. Oysa biz millet olarak sadece Türkiye sınırlarında var olan bir toplumdan ibaret değiliz. Bir yanımızla Türk Cumhuriyetlerine bağlarımızı koparmamamız gerekirken bir yanımızla İslam ülkeleriyle kardeşlik ilişkilerimizi sıkı tutmamız gerekiyor. Zira bu argümanlar iyi yönetilirse bir kazanca da dönüştürülebilir. Birliği ve beraberliği yeniden kurup azgınlaşan bu adaletsiz, vicdansız ve de ahlaksız güruhun karşısında başarılı olmak zorundayız. Yoksa sadece bir yenilgi almayacağız, bütün izzetimizi, iffetimizi ve asırlardır elimizde tuttuğumuz bütün mazlumlara umut olma özelliğimizi de kaybedeceğiz. Hayatın her zaman bir akışı vardır ve bu kimsenin kendi iradesinde değildir. Ancak inananlar, inandıkları uğurda gayret gösterenler hayatın bu akışına cüzi iradeleri ile bir yön çizebilirler. Bu zulüm elbette bitecek. Zira zulümle abat olanın akıbeti berbat olur. Bizim için önemli zulmün karşısında ne yapacağımızdır.
Sevgiyle kalın.