Ortadoğu deyince bir sorunlar yumağı ile karşı karşıya kalmak mukadderat olsa gerek. Aslında “Ortadoğu” kavramının kullanımı ve zihinlerde oluşturduğu resim bile bölge insanının kendi tercihi değildir. Buna rağmen artık günümüzde Ortadoğu denilince akla gelenler bizzat tasarlanmış ve kurgulanmış bir sürecin devamından başka bir şey değildir.
Ortadoğu’da güvenlik denildiğinde ya da stratejik planlama, halkların huzuru ve refahı konuşulduğunda kast edilen şey bizatihi İsrail’in güvenliği, huzuru ve rahatıdır. Bölgeye yapılan tüm müdahaleler, plan ve programlar, konferanslar, toplantılar evvel olarak İsrail’in çıkarları doğrultusunda dizen edilmektedir.
Tarihten gelen bir süreç işliyor gibi görünse de normal seyrinde sürüp gelseydi başta Filistin halkı olmak üzere diğer Arap devletleri bugünkü durumlarına düşmeyebilirlerdi. Din, bölgedeki başat faktördür. Yıllardır böyle olmuştur. Peygamberler aracılığı ile yön verilen ve tasarımlanan topraklar “Batı” eksenli bir beşeri çizgiye getirilmiştir.
Batı’nın, kendi dininden olmadığı halde ve kurulduğu günden itibaren hep sorun oluşturan, yaramaz bir ev kedisi gibi davranan İsrail’e karşı zaafı nedir sorusu ilginç ve dramatik bir meseledir. İsrail’in çabası tek başına şımarık bir çocuk olmaya ve her istediğini yaptırmaya yetmeyecektir muhakkak. Batı, elinde bulundurduğu argümanları ve enstrümanları bu devletin hizmetine vermeyi bilerek ve arzulayarak tercih etmiştir.
Ortadoğu, halkların din üzerinden yaşamayı hayal ettikleri topraklar olarak iki gücün çarpıştığı coğrafyayı temsil edecektir. Bu yönüyle burada söz sahibi olmak, nerdeyse dinler üzerinde söz sahibi olmayı sağlayacaktır. Gerek Müslümanlar, gerekse Yahudiler ve diğerleri kendilerine vaat edilen bir netice olduğu üzerinden davranışlarını şekillendirmektedirler. Bu toprakların ve daha çoğunun kendilerine ait olduğu savıyla plan ve program yapanlar tüm yolları mubah ve gerekli saydıkları için genel geçer insanlık yasalarını bir kenara bırakmışlardır.
Ortadoğu’da şimdilik Müslümanların borusunun öttüğünü söylemek mümkün görünmüyor. Mazlum olan, eza ve cefa gören bir kesimin, medeni dünyanın sahipleri karşısında durabilmeleri ne derece başarıyla sonuçlanır acaba?
İsrail’in güvenliği ve varlığının devamı üzerine kurulmuş tüm plan ve projeler Müslümanların yok sayılmasını da beraberinde getiriyor. Ancak varlığı hem fizîken, hem manen, hem maddeten inkâr edilemeyen Müslüman millet, ötekileştirilmekle, baskıyla, hiçe sayılmakla sahneden silinmeye çalışılıyor.
Dünya üzerinde nüfus bakımından en az olan ancak nüfuz ve etki bakımından en güçlü ve an tahripkâr topluluğu olan Yahudiler, nasıl oldu da bu güce erişebildiler? Bu soru bile başlı başına onların etki sahasının ne kadar geniş olduğunun kanıtı değil midir zaten? Müslümanların gösterdikleri tepkiler, mücadele sahası bile sanki onların açtığı alanla sınırlıdır.
Peki, bu güç sonsuza dek devam edecek midir? Sorunun dinlere göre farklı cevapları verilebilir. Müslüman bir duruşla durmayı tercih edenler elbet gerçek vaadin ancak kendilerine verilenin olduğuna inanırlar. Ötesi ne ola ki?