“Bu yazı önümüzdeki ay çıkacak Gönül Penceremde Şairler Geçidi Biyografiler, Şiirler kitabımın önsözüdür”
Şiir, 17 yaşında hayatıma girdiğinde, dünyamın genişlediğini, başka bir anlam kazandığını, hayatın renklerinin arttığını hissettim. Adeta sekizinci bir renk olarak dünyama girmişti şiir. Bu duyguyu ne zaman bir şairle tanışsam içimde hissederim hâlâ. Aslında şiirin benimle doğduğunu, hep yanımda yöremde olduğunu, içimde yuvalandığını, şiir okuyup yazmaya başladıktan sonra keşfettim. Şiir her zaman benimleymiş; Allah, onu yüreğime yerleştirip öyle göndermiş dünyaya. Çocukluğumdaki çeşitli olayları, bayramları, radyodan gelen müziğin sesini, bir kartpostala bakarken duygulanmalarımı, hikâye okurken, masal dinlerken, film seyrederken adeta mekân değiştirir gibi olmalarımı hatırladıkça bunun böyle olduğunu anladım.
Tabii şiirle hemhal olunca şairler giriyor hayatınıza. Benim ilk tanıdığım şair Necip Fazıl Kısakürek, ilk şiir kitabım Çile oldu. Mehmet Akif Ersoy’u marşımızdan biliyordum, Safahat’ı da duymuştum ama Necip Fazıl tanıdığım ilk şair, Çile ise okuduğum ilk şiir kitabı olmuştu. Hatırlıyorum da Çile’nin sayfaları eskiyip dağılana kadar elimin altında durmuş, defalarca okumuştum. Bugün kitaplığımda bulunan Çile ikinci kez edindiğimdir. Sonra Attila İlhan, şiirleri ve kitaplarıyla girdi gönül dünyama, elbette onu da çok sevdim. Ardından Faruk Nafiz Çamlıbel ve Han Duvarları. Onu ve şiirini belki de hepsinden çok sevdim. Bugün kitaplığımdaki Han Duvar’ları da ikinci kez almak durumunda kaldığım kitaptır. Sonra öyle hızlı girmeye başladılar ki hayatıma şairler, başımın üstünde bir melankoli halesi hissetmeye başladım. Ve ben o melankoliyi çok sevdim. Bu şairlerin benim dünyama değen mısralarından etkilenerek yazdığım 75 bentten oluşan uzun şiirde gönül penceremden geçen şairleri okuyacaksınız. Bu şiirin oluşması, bu kitabın da ortaya çıkmasına vesile oldu. Bu kitapta 74 şair tanıyacak, onların birer şiirini bulacaksınız. Elbette okuduğum, tanıdığım ve sevdiğim şairler bu kadar değil, daha birçoklarını severek okuyorum. Ancak burada yer alanları benim en’lerim olarak düşünebilirsiniz.
Bir iş yapıyorsanız, sizden önce o işi yapan ustaları tanımalısınız. Newton, “Eğer daha uzağı görebiliyorsam bu, benden önceki devlerin omuzlarında durduğum içindir.” der. Bizim geleneğimizde usta çırak ilişkisi vardır. Bu zanaatçılar için geçerli olduğu kadar sanatçılar için de geçerlidir. Şiir özelinde de bunun böyle olduğuna inanıyorum. Büyük şairlerin, büyük şiirlerini okumadan yazılacak şiirlerin güdük kalacağını düşünüyorum. Geceyi gece yapan sadece karanlığı değildir unutmayalım; aysız, yıldızsız gece mi olur? İşte şairler de şiirin yıldızlarıdır ve ilham kamerinden beslenirler. Şiir yolculuğu ise yıldızlara bakmadan yapılamaz. Elbette hiçbir şairin mukallidi olmamak lazımdır. Her şair kendi sesini bulmalıdır. Ezgi Durmuş, “Gökkuşağını eşsiz kılan: farklı renkleri birbirine karıştırmadan içinde barındırmasıdır.” diyor. İşte şiir üretmeye kalkışan herkes kendinden önceki şairlere, o renklere bakar gibi bakmalı ve kendi şiirinin özgün rengini bulmalıdır.
“Büyük bir şiire rastlayan kişi, o şiire rastladıktan sonra artık eskiden olduğu kişi değildir.” der Sezai Karakoç. Böyle bir şiiri okuduktan sonra gerçekten de bir silkelenir, farklı bir atmosfere girer insan ve düşüncesi, duygusu, bakış açısı değişir, gelişir. Büyük şiiri yazan adamlar ya da kadınlar büyük ruhlu insanlardır ve onlar bu büyük ruhlarıyla aramızda yaşarlar. Bu büyük ruhlu insanlar bu dünyadan geçip gittikten sonra da bıraktıkları eserler okundukça, anıldıkça, bir hüzün, bir melankoli gibi nüksederler gönül dünyamızda. Yunus’un aşıklar ölmez dediği biraz da budur. Bu yüzden şair olmak isteyenlerin bu büyük ruhların eserlerini okumaları çok önemlidir. Sadece şair olmak isteyenlerin de değil, hayatın anlamını bulmak, dünyasını renklendirmek, kalplerini huzurlu kılmak ve ruhunu hissetmek isteyen herkes tanımalıdır, okumalıdır bu insanları.
“Öğrenciye iki şey öğretilmeliydi: şiir ve geometri” der Alain. Evet şiir, dünyanın şekillenmesini, şekillerin renklenmesini, renklerin de eriyip insan ruhuna akmasını sağlar. Bu yüzden şiirsiz bir müfredat düşünülmemelidir. Bütün insanların ruhuna şiir üflenmeli ve gönül dünyaları diriltilmelidir. Agamben, “Hayal Antik Çağ’da bilgi kaynağı sayılırdı.” derken belki de bütün bunları vurguluyordu. Çağımızda çok fazla rasyonel bir hayat yaşanıyor. Bu başlıca sıkıntılarımızın kaynağını oluşturuyor ve bu teşhisi hiçbir hekim koymuyor.
Şiir, sevgiliye, havaya, suya, toprağa, çiçeğe, böceğe, dala yaprağa mektup yazmaktır. Canlı cansız her şeyi, herkesi muhatap alır bu mektup. Bazen onlarla konuşur, bazen de onları konuşturup kendisi susar şiir. İlhan Berk, Enis Batur’a yazdığı bir mektupta şöyle seslenir: “Şiir bize yetmeli Enis, o toplantıdan bu toplantıya ne diye koşuyorsun her gün? (gazetelerde görüyorum) biz şairler susmakla emir olunmuşuzdur, şiir oradadır.” Her şey şiirdir, bazen kelimelerle konuşmak, bazen kelimelerle susmaktır. Madem ki şiir yazmak mektup yazmaktır dedik, Arif Ay’ın şu güzel sözünü de buraya iliştirelim: “Ruhu havalandırmaktır mektup yazmak.”
Ruhlarımıza eziyet ettiğimiz konforlu bir hayat yaşanıyor çağımızda. Şiir sumen altı edilmiş, şairler tozlu raflarda sararmış kitap sayfalarının içinde susturulmuş öylece duruyorlar. Ben sana mecburum diyerek susuyor kimi, okuma bu şiiri çarşamba günleri diyerek kimi. Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda? diye fısıldayan da var, Gün eksilmesin penceremden diye haykıran da. Ben kaldırımların emzirdiği çocuğum diye mırıldanan da var, Zambaklar en ıssız yerlerde açar diye söylenen de. Ve daha nice mısralar, nice şiirler öylece kütüphanelerde, kitaplıklarda mahzun bekliyor insanları. Hayatın keşmekeşinden, hazzın yakıcı ihtirasından ve günün getirdiği yorgunluklardan sıyrılıp o kütüphanelere uğrasak, o raflara uzanıp, o kitapların sayfalarını aralamaya bir başlasak, çağ da güzelleşecek, insan da.
Bu kitabın bir meramı da bu ilgisizliğe, bu ruhtan uzaklaşmaya, bu insan fıtratına aykırı duruşa bir dur deme çabasıdır. Şairlerimizin şiirlerinin yanı sıra onlar hakkında küçük biyografik bilgiler de vererek hem bir tanışma hem de bir duygu kaynaşması oluşsun istedik. Şairler kırılgan insanlardır. Çabuk etkilenir, tez sezerler. Onların isteği okunmaktır, hatırlanmaktır ve anlaşılmaktır. Bu sadece bir istektir; ısrar etmezler, zorlamazlar. Şiir de böyledir. Paul Celan’ın dediği gibi: “Şiir kendini benimsetmez, kendini açığa vurur.” Okuyucuya düşen bu açıktan sızıp gönlünü ışıkla doldurmak, gayret sarf etmektir, hepsi bu.
Bu kitapta yer alan şairlerimizle ortak noktamız şiirdir. Hayat tarzlarıyla, dünya görüşleriyle ve hakikat anlayışıyla uyuşmadığımız pek çok şaire de yer verdik. Zira önemli olan, yukarıda da belirtiğimiz gibi şiirdir, şiirin niteliğidir. Sizler de okurken şairlerin bu özelliklerine değil, şiirlerine bakın. Herkes bu dünyadan bir şekilde geçer gider, mühim olan geçip gidenlerin güzel izlerini görebilmektir. Bizim bu kitaptaki amacımız da budur.