İktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel açılardan dünyanın genel durumuna bakıldığında, insanlığın geleceği adına iyimser düşünceler beslemek pek olanaklı görünmemektedir. 1960’lı ve 1980’li yıllarla birlikte başlayan sırasıyla reel ve finansal ekonomi yanında kültürel alanlarda da tüm dünyayı saran küreselleşme denen olgu, tüm dengeleri ve tabuları derinden sarstı. Meydana gelen her türlü iktisadi, siyasi ve kültürel gelişmenin yanlış, yozlaşma, kargaşa ve kaos ortamı sonuçlar doğursa, suçsuz yere binlerce masum çocuk, kadın ve insanın ölümüne yol açsa bile, genellikle gelişmiş ülkelerin lehine işlemesi için kurgulandığı yeni yeni anlaşılmaya başlayan küreselleşme denen süreçten, istense de istenmese de kurtulmanın, ayak diremenin ve kaçışın, artık imkânı yoktur. Ülkelerin özelliklede gelişmekte olan ülkeler, her ülkenin her ülkeye, her firmanın her firmaya her konuda rakip olabilmesi ortamını hazırlayan küreselleşmenin olumsuz etkilerini, minimuma indirmenin veya pozitife çevirmenin çaresini bulmak zorundadırlar. Dünyanın bir çok bölgesinde uluslararası teamüllere aykırı olsa bile iç savaş, kaos ve kargaşa çıkarmak, terör örgütlerini desteklemek gibi ne pahasına olursa olsun ABD, AB başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin çıkarlarının öncelenmesini amaçlayan bir sistemin senaryosunun yazılıp gösterime sunulduğu günümüz dünyasında, ayakta kalmanın, büyüyüp gelişmenin yolunun kolay olmadığı açıktır. Gelişmekte ve geri kalmış ülkelerin doğal yer altı kaynaklarına çökme amacıyla, bala bulandırılan zehir misali küreselleşme adı altında uygulamaya sokulan ve dayatılan sistemin, iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel olumsuz etkilerinden kurtulmak için yapılması gereken ilk şey, ülke yönetenlerin amacıyla halkın amacının, duygularının, vizyon ve misyonunun, her konuda uyum içinde olmasının sağlanmalıdır. Bu temel ve olmazsa olmaz şart sağlanmadıktan sonra reform, yenilik, açılım gibi adı ne konulursa konulsun, örneğin başta iktisadi ve siyasi alanlar olmak üzere ülkemiz ekonomisinin canlanması, üretim ve istihdamın artması amacıyla açıklanan vergi ve teşvik paketlerinden beklenen sonuçların elde edilemediği gibi, yapılan tüm girişimlerden hiçbir bir konuda beklenen başarılı sonuçlara ulaşılması mümkün değildir. Yanlış formülden, ara işlemler ne kadar doğru olursa olsun doğru sonuçlara ulaşılamadığı gibi, bu temel şartı sağlayamayan ülkelerin gelişen tüm olaylarda etkin bir rol üstlenmesi, ileri derecede demokrasi koşullarının oluşması, sürdürülebilir ve istikrarlı büyümeyi yakalaması, insani gelişme indeksi sıralamasında dünyanın ilk on ülkesi içinde yer alması, dahası dünya üzerinde gerçekleşen hiçbir konuda söz sahibi olması dahi düşünülemez.
Günümüz evrensel ekonomik ve siyasi koşulları her ülkeyi bağladığına göre, bu girdaptan çıkabilme adına toplumsal ortak paydayı oluşturamayan ülkeler bir arpa boyu yol ilerleyemeyeceklerini bilmelerine rağmen toplumsal enerjilerini, global ve bölgesel gelişmelere göre kendilerine uygun geçici pozisyon bulmak için harcamakla günlerini geçirirler. Ekonomileri üretim ekonomisi temelinde inşa edilmeyen, beşeri sermaye düzeyini yükseltecek şekilde modern eğitime kaynak ayırmayan, orta ve yüksek teknolojili mallar üretemeyen, insan hakları, demokrasi ve hukuk düzenini kendi toplumunu sarıp sarmalayacak şekilde sistemi dizayn edemeyen ülkelerin; FED, ECB, WB, BOJ, PBC, BOE gibi bankaların, Moody’s, Fitch ve S&P gibi uluslararası rating firmalarıyla diğer bir çok alanda global ölçekte faaliyetlerini sürdüren kuruluşların hazırlayıp kamuoyuna açıkladıkları siyasi içerik ve sübjektiflik kokan raporlarına göre, geleceklerini belirlemek zorunda kalırlar. Her konuda her ülkeyi her an hızla etkileyebildiği günümüzde yüzlerce, belki binlerce gelişmeye hâkim olmak ve bunlara göre ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel ve toplumsal refleks göstermek zordan öte olanaksızdır.
Yapılması gereken ve gidilecek yol, bellidir. Gelişmekte olan ülkeler, örneğin Türkiye gibi, gelişmiş ülkelerin oyuncağı olmak istemiyorsa, iktidarı ve muhalefetiyle, hiç kimseyi ayırmadan, ötelemeden, ötekileştirmeden, ülke çıkarlarını ilk sıraya koyan ortak aklı ortaya koyup, etrafında kenetlenilmelidir. Bunu başaran ülkeler, açıklanan çeşitli ekonomik verilerin arkasında koşturmak yerine, kalkınma ve refah seviyelerini yükseltme yolunda hızla ilerleyeceklerdir. Değilse sıkça karşılaşılan konjonktürel iktisadi dalgalar, sürüp giden adaletsiz gelir dağılımı, orta gelir düzeyindeki nüfusun azalması, aşırı lüks ve fakir yaşamların bir arada görüldüğü dual ikili ekonomik yapı, reel üretimden kopuş sürecinin hızlanıp menkul, gayri menkul ve döviz gibi geçici rahatlama sağlayan araçlara yönelinmesi… Sonunda da önüne geçilemeyen ekonomik, siyasi ve toplumsal kavgalar. Tercih sizin…
Soru: İktisadi bakımdan şartları uygun olan her ülkede yatırımlar artar mı? Neden?
Sözün Gözü: Ey sen! Bu dünyaya gelirken de acizsin giderken de...