ÖNCE AMERİKA SONRASI SÜRPRİZ

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Trump ABD’nin 45. Başkanı olarak, 20 Ocak 2017 tarihinde, zihinlerdeki yüzlerce soru işaretleri ile birlikte görevi Obama’dan devraldı. Yemin töreni sonrasında uygulamaya koymayı düşündüğü ekonomi ve siyasi konularda önemli ipuçları veren Trump’ın temel vurgusu, ne olursa olsun ABD’nin çıkarlarının her şeyden öncelikli olduğuydu. Trump’ın söylemleri, ilk bakışta ülkeyi yönetmek üzere halktan yetki alan en üst makamdaki bir politikacının söylemesi gereken, beklenen ve normal konuşmalar olduğu iddia edilebilir. Ancak bu tür konuşmaları yapan dünya ekonomisinin bir numaralı gelişmiş ülkesi olan, global GSMH’nın tek başına neredeyse dörtte birini karşılayan, kişi başına düşen harcama gücü açısından dünya ortalamasının yaklaşık beş katına sahip, üstelik başkanlık seçimleri sırasında Meksika başta olmak üzere Çin ve Japonya’ya karşı ekonomik yaptırımlara gideceğini açık bir biçimde tehdit boyutunda dile getiren, agresif ve hırçın bir yapıya sahip Trump olunca, dünyayı her alanda nasıl bir gelecek beklediğini endişeli bir şekilde irdelemek adına, bunda sonra daha bir üzerinde durulması gerekecektir.

          1960’lı yıllardan başlayan reel ekonominin, 1980’lerden itibaren finansal ekonominin küreselleşme rüzgârıyla tüm ülkeleri içine alması durumu, günümüzde çok daha net olarak ortaya çıkmıştır. Çin’deki, Japonya’daki, Malezya’daki, Meksika’daki bir firmanın ürettiği bir mal, dünyanın onlarca farklı ülkesindeki firmaların iflas etmesine neden olabilmektedir yada bir ülkenin dış ticaret politikasında yaptığı yeni bir uygulama, örneğin gümrük vergilerini %1 oranında artırması veya azaltması, yine birçok ülke ekonomisinin olumlu veya olumsuz etkilenmesine yol açabilmektedir. Reel ekonomideki değişmelerin ülkeleri etkilemesi gerçeği ve hızı, finansal sektör araçlarına göre oldukça yavaştır. Normal koşullarda reel üretimi yansıtma işlevi görmesi gereken finansal araçların parasal değerinin, orantısız bir şekilde aşırı büyümesi sonucu reel ekonominin değeriyle bağlantısının oldukça zayıflaması, ortaya çıkan ve çıkma olasılığı durumlarındaki iktisadi krizlerin bilgisayarların hızlarıyla doğru orantılı bir şekilde, hızla tüm ülkelere yayılarak olumsuz etkilemektedir. İşte tam burada Trump’ın söylemlerinin olumlu ve olumsuz anlamlarda ne kadar önem arz ettiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Dünyanın en önemli ithalatçısı ve ihracatçısı arasında ilk sıralarda yer alan, siyasi pencereden de kendini dünyanın dizayn edicisi ve jandarma ülkesi olarak tanımlayan ABD’nin başına, şu an itibariyle kişisel özellikleri bilinen ancak söylediklerinin ne kadarını uygulamaya koyacağı kestirilemeyen Trump’ın, karşılaşacağı tepkilere demokratik, ekonomik ve hatta askeri güç olarak hangi şiddet ölçüsünde cevap vereceği, dünyanın ve ülkelerin geleceğini belirleyen temel unsurların başında gelmektedir. Her ne kadar 20 Ocaktaki konuşmasında “önce ABD’nin çıkarları” odaklı politikalarını, diğer ülkelerin hukuki haklarını gözeterek uygulamaya koyacağını ifade etse de, Meksika, Çin, Japonya ile, ülkesinde yaşayan Müslümanlar ve göçmenlerle ilgili Trump’ın söylemlerine bakıldığında ise, dünyamızı heyecanlı ve bir o kadarda stresli günlerin beklediğini tahmin etmek zor olmasa gerektir.      

          Bundan sonra genel olarak ülkeleri yöneten hükümetlerin, özellikle de maliye ve ekonomiden sorumlu bakanlar ile merkez bankası başkanlarının işleri oldukça zorlaşacaktır. Yaklaşık her iki ayda bir olağan bir şekilde bekledikleri FED ve ECB toplantıları yanına bir Trump’ın uygulamaya koyacağı politikalar eklendi. Üstelik FED ve ECB gibi yapılacağı tarihleri belli olan toplantılar gibi de değil; ekonomi ve siyasi hayatın normal akışında devam ettiği bir sırada Trump’ın, ayın, haftanın, günün herhangi bir saatinde yapacağı bir açıklama tüm gidişatı olumlu veya olumsuz yönde değiştirebilir. Artık dünya ekonomisi, özellikle de gelişmekte olan ülkeler ve bunların arasında Türkiye gibi, dış ticareti ve cari dengesi açık veren, dış borcu yüksek, ara mal ithalatına bağımlı büyüme paradoksundan kendini kurtaramamış, enflasyon oranını %3’ler (TÜİK verisine göre 2016 Aralık ayı enflasyon oranı %8,53), işsizlik oranını %5’ler düzeyine indiremeyen (TÜİK verisine göre 2016 Ekim ayı işsizlik oranı %11,5), yapısal ekonomi sorunlarını çözemeyen ülkeler, daha zor ve stresli Trump’lı günlere şimdiden kendilerini hazırlasınlar. Ülkemiz açısından bu iktisadi yapısal sorunlarımıza ek olarak başkanlık sistemi merkezli anayasa değişikliğiyle ilgili siyasi mücadelenin ve referandum sürecinin demokratik, sosyal ve toplumsal katmanlarımızı olumlu veya olumsuz etkileme gücüne göre, meydana getireceği sonuçları da göz önüne aldığımızda, Türkiye’yi zor bir sürecin ve sınavın beklediği, kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Benden söylemesi, Trump faktörü de bağımsız değişken olarak denkleme girince, Türkiye ve dünyanın geleceği adına, filmin sonu her türlü sonuca açıktır.  

Soru: Para arzının artırılması, faiz oranlarını devamlı düşürür mü? Neden? 

Sözün Gözü: Karakterli olunmaz, karakterli doğulur.