OLUR DA ŞEHADET KAPIMIZA GELİRSE

Hakan Bahçeci

Bir asır önce, bir millet, var olma kararlığı göstererek bedeni ve ruhuyla bir hat çizmişti. Çizdiği bu hatla vatanı “vatan” olarak tutabilmek ve ebediyen “vatan” kılabilmek için bulunduğu her metrekareyi şehit olmayı bile isteye savunmuştu.

            Çanakkale Cephesi, 1. Dünya Savaşının en çetin cephesi olarak tarihe geçtiği zaman, cephenin 1. Dünya Savaşından başlayarak sonucu halen devam eden bir müdafaa olacağı da yazılmış oldu. Evet, Çanakkale Savaşı sonuçları halen devam eden bir savunma savaşıydı. Dünyanın muazzam devletleri, muazzam orduları ile boğazı geçmek için hücum ettiklerinde yarınları ile ilgili “yenilmek” gibi bir kavramı hayal bile etmiyorlardı.

            İngiltere; güneş batmayan imparatorluk dönemin Rusya’sı ile iş peşindeyken, bu kutsal dostuna daha kısa yoldan kavuşmanın peşine düşmüştü. Karadeniz ve onun mümbit suları, toprakları bir çırpıda el altına alınmalı ve Rusya, İngiltere’ye gitmek için okyanus dolaşmak zorunda kalmamalıydı. Dünya sisteminin tipik ideolojik ve ekonomik çıkarlarının depreştiği yirminci yüzyıl sendromu… Bu hastalık hali onlarda öyle kronik hale gelmiş ki başlarına bela olan Türk milleti onlara göre bu savaş sonrası geldikleri yere, Orta Asya’ya dönecekleri saplantısına inanmışlar.

            Menfaat savaşlarının ayyuka çıktığı zamanlardan biri; her devlet “mal bulmuş mağribi” sözünü baştan yaratırcasına saldırıyor. Bir coğrafyayı içindekilerle birlikte yok etme sevdası sarmış zihinlerini ve hayallerini. Savaş sonrası planlar, bölgeler, ülkeler çoktan belirlenmiş ve paylaşılmış. Doymak bilmeyen dünya patronlarının yeni düzen gereği bahar temizliğine kalkışmaları ve tepinişleri birbirleri üzerinde…

            Tüm hesaplar yapılmış ve oyun sahne almış, lakin hesaba katılmayan bir şey var; unutulan, unutturulan bir şey; şehit olmayı dünya hayatına tercih eden bir milletin varlığı… O millet, yaşadığı hayatın anlam ve derinliğini imanından alarak, ölüme de yaşama da hak ettikleri dereceyi vermeyi başarmış Türk milletidir. Bu millet, her haneden aldığı genç bir ferdiyle Çanakkale’de ruhunun fiziki dünyaya yansımasını göstermiş oldu.

            Çanakkale Muharebeleri düzgün ve doğru anlatıldığında kuru bir kalabalık olmadan nasıl millet olunabileceğine dair izler bulmak mümkündür. Orada yaşanan her bir olayı ayrı bir hikâyeye konu olarak ele alabilir, verilen şehit sayısınca filmler çekebilir, romanlar yazabiliriz. Dakikalar sonra öleceğini bilirken en ufak bir tereddüt göstermeyen gencecik fidanlar ancak inançla bunu başarabildiler. Bu noktayı gözden kaçırırsak, gerçekleri destan olmaktan öteye taşıyamayabiliriz.

            Çanakkale savunmasıyla biz, sadece düşman askerini değil onun zihin dünyasını da bozguna uğratmış olduk. Destansı bir hikâye gibi anlatılmış olsa da yaşananlar, gerçekliği yalın ve acımasız olarak sürmektedir. Bu gerçekliğin biri de İngiltere’nin hâlâ aynı İngiltere olduğudur.  Emellerinden vazgeçmeyecek kadar güneşin ülkeleri üzerinden batmayacağına inanıyor ve bu inançla yaşıyorlar.

            İngiltere ve onun karındaşları aynılar bundan şüphe duymuyorum. Onlar aynılar; ola ki biz tekrar benzer bir müdafaayı yapmak durumunda kalırsak aynı biz miyiz?