Okumanın Yazması

Alev Ayyıldız

 “Yazmak kişiye kendi sınırlarını öğretir” demiş Paskal.

Çokta güzel söylemiş.

Konuşmak nasıl gönülde ya da fikirde olanların söze dökülmüş şekliyse, yazmakta bir nevi öyle.

Düşünmek için verilen zaman, bedelini , uygun cümleler, hoş kelime oyunları ve sıkmayan bir tarzla ödetiyor yalnızca.

Nesir yada nazım, türü ne olursa olsun Edeb’ten gelen edebiyat farklı şekillerle ruha işlese de hala söylenmesi gereken nice güzel gerçekler var.

Bilmekte  yaşamakta yazmakta nasip olsun diyelim.

Okumaksa bambaşka.

İlk ayet, ilk emir bizlere.

Kitabı , hayatı, insanları, insanlığı okumak , öğrenmek kul olmanın da gereği.

Hal böyleyken okumak- anlamak- dinlemek zaruriyet dışında yerini konuşmaya bırakalı uzun  zaman oldu.

Bir üçlünün yerini kocaman gereksiz bir doldurdu.

Sonuçsa bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan büyük bir insan seli.

Nasılsa her şeyi iyi biliyoruz, okumaya ne hacet.

Facebook yorumları, üçüncü sayfa taciz, cinayet ya da magazin haberlerini saymazsak merak ve istekle bir şeylere bakmayalı uzun zaman oldu.

Kitap ve okuma oranlarının iç acıtan grafiğini bir yana bırakırsak memleketim insanı  sıcakkanlılığını kelimelerle dışa vuruyor.

Yani kısaca okumaktan ziyade konuşmayı seven bir toplumuz.

Her ne kadar anlatmakta ısrarcı olsak da sonuç bizde değil, hitap ettiğimiz kişide bitiyor.

“Sizin bildiğiniz karşınızdakinin anladığı kadardır” diyerek gönül eri Hz. Mevlana da mevzuyu böyle kapatmış.

Az konuşmak için ağzında taş tutan Hz. Ebubekir olgunluğuna erişmek zor olduğundan madem konuşuyoruz, en azından şer olmasın diyelim.

Küfrün Kokusu

Sosyal medyadan üst satırlarda bahsetmiştim. Etkisi büyük. Bir ülkenin kaderini etkileyecek kadar büyük.

 Arap Baharlarının getirdiği kışların arkasındaki sosyal medya yapısı malum.

Bu fikir, görünenin ardındaki görünmeyenin ardındaki görünen gibi uzun zamandır hazırlığı yapılan bir planın dış vitrini mi?

 Ne derece gerçeklik payı var tartışılır.

Kabul edilen kısmı ise sosyal medyanın etkileme gücü.

Hele ki Facebook, yazılı ve görsel medyayı da etkiliyor.

Çeyrek asır öncesine bile gitmeden geçmiş günleri bir düşünün.

Dünya yalnızca medyanın yansıtmasından ibaretti.

Televizyon ve gazeteler, kitleleri darbeleri tetikleyecek kadar etkileyebilirdi.

İyi ve köyü kavramı medyanın yansıttığı kadar bilinirdi.

Hele ki dış dünyaya yönelik değerlendirmeler tamamen onların tekelindeydi.

Bu güç, siyaset ve ülke yönetiminde medyaya inanılmaz bir yetki veriyordu.

Şimdi bir habere dair birçok farklı bakış açısı kazanılabiliyor.

 Bazen kötü sanılan bir olaya karşı paylaşımlara yansıyan birkaç fotoğraf gerçeğin tam tersi olduğunu kanıtlıyor.

 Artık yalan yanlış haberlerle insanları sazan yerine koyup anlık reflekslerden büyük umut bekleyenlerin devri kapandı.

Gerçeklerin gün yüzüne çıkmasıyla hevesleri kursaklarında kalıyor.

Paylaşımlardan ziyade yorumları okuyanlar var.

 Bende o gruptanım.

Ama bazıları var ki bu ülkede nefes almasına, vatan  toprağına basmasına üzülüyorsun.

Bireysel özgürlüğünün sınırlarını manevi değerlere saldırmaya döndürenler, her olayda kinlerini kusmaktan geri kalmıyor.

Herkes her şeyi aynı düşünemez elbette ama bazı değerler var ki yolu tek.

Onlara yönelik saldırı, ister fiille, ister düşünceyle, isterse kelimelerle olsun bedel ödenmek zorunda.

Çünkü bu bir bakış açısı değil.

Bu sizin kutsal saydıklarınıza hakaret.

Ki ortada da bir alıştırma, nabız ölçme çalışması da var.

Konu geniş olunca örnekler diğer yazıya kaldı. Olay ve olgu ekseninde gerçekleri gönül gözüyle görmeniz dileğiyle.