Öğretmenler Günü’nü geride bıraktık. Başta kendi öğretmenlerim; Büyüksinan İlkokulu, Cengiz Topel İlkokulu, Cemil Keleşoğlu Lisesi, Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki hocalarım başta olmak üzere tüm öğretmenlerimizin gününü bir kez daha kutluyorum.
Anne, babalarımızdan sonra şüphesiz ki üzerimizde en fazla emeği olanlar öğretmenlerimizdir. Bütün hayatımızın en müstesna yerinde yer alan öğretmenlerimiz her şeyin en iyisini hak ediyor.
Öğretmenlerimiz bizim için çok kıymetlidir. Toplumda en çok saygı duyulanlardır, sevilip, sayılanlardır.
En azından ben çocukken öyleydi.
Ne yazık ki şimdilerde öğretmenlerimizin gereken saygı ve sevgiyi gördüğünü söyleyemem. Çok üzülerek belirtmeliyim ki öğretmenlik mesleğinin içi boşaltılmış durumda. Maalesef insan kalitemiz düşerken öğretmen kalitemiz de düştü.
Bunda elbette eğitim sitemimizin rolü büyük. Tabi bir de insanımızın olumsuz anlamda değişimini göz ardı edemeyiz.
Cahil ve terbiyesiz velilerle birlikte sorumsuz öğrenciler de bu kervanın birer parçası.
Eğitim öğretim deyince velileri ayrı, öğrencileri ayrı, öğretmenleri ayrı değerlendirmek gerekir.
Benim öğrenci olduğum yıllarda veliler öğretmenlere çocukları için ‘eti senin kemiği de senin’ hocam derlerdi. Bu tutumun elbette doğru olduğunu düşünmüyorum ancak öğretmenlere veliler çok güvenirdi. Bu yaklaşımın sebebi öğretmene duyulan saygı ve güvendendi. Günümüzde ise veliler çocuklarını eğitemedikleri gibi bir de öğretmene akıl vermeye çalışıyorlar.
Öğrenciler açısından bu durumu değerlendirdiğimizde ise gün geçtikçe zeka seviyesinin artmasına rağmen bunu kullanabilen öğrenci sayısı azınlıkta kalıyor maalesef. Önceden öğrenciler okula severek giderdi, bir dersi yapamazlarsa diğer bir dersi çok severlerdi. Ancak şimdi çocuklar okula zorla gidiyorlar. Öğrenciler okula gitmenin sorumluluğunu bilirlerdi. Okumak istemeyen öğrenciler ailesine büyük destek olurlardı. Derste iyi olmasalar bile aile işlerinde iyi olurlardı. Günümüzdeki çocuklar ne okulda ne de evde başarılı. Okulu ve okumayı sevmeden başarıya ulaşmanın mümkün olmadığı gibi çalışmadan ve üretmeden de para kazanmanın mümkün olmadığını çocuklara iyi anlatmamız gerek.
Ben öğrenciyken sırf öğretmeni sevdiğimiz için bile okula giderdik. Okulu sevmemizin sebeplerinden biri de öğretmenlerimizdi. Öğretmen olabilmek gönül işidir elbette, bunun maddi karşılığı var ancak öğretmen işini sevmeden yaparsa eğitim niteliksiz hale gelir. Bence ülkemizdeki en büyük sorunlardan birisi de bu dur. Öğretmenlik değil de bankamatik memurluğu yapanların, eğitim sistemimizin bu hale gelmesinde emeği çoktur.
Öğretmenlerin sürekli kendini yenilemesi gerektiğini düşünüyorum. Ne yazık ki aldığı parayı hak eden öğretmen sayısı çok fazla değil.
Öğretmen çabalarsa öğrenci de çabalar. Bunu bütün öğretmenler kabul etmeli. Şartlar ne olursa olsun herkes elini taşın altına koymalı.
Öğretmenlerden bahsetmişken idarecilerden de bahsetmeden geçemeyeceğim. İdarecilere büyük görev düşmekte. Bir idarecinin asıl hedefi okul başarısı olmalı ama görüyoruz ki idarecilerimiz günü kurtarma peşinde. Öğrenci vukuatı, veli şikayeti, öğretmen şikayeti olmasın kafi, derdindeler maalesef. Öğretmenler odasını da idare eden idareciler, öğretmenlerini görmeli, gereken önlemleri almalıdır diye düşünüyorum.
Ve en önemlisi de disiplin. Benim çocukluğumda çok iyiydi aslında. Okumakta gözü olmayan okuyamamalıdır, nokta!
Okulda gözü olmayan, kapasitesi yetmeyen öğrenciler sınıfta kalmalıdır. Aileler kendi evladını kalibresine bakmadan üniversite hayali kurmamalıdır. Anasının babasının avutamadığını öğretmenler ve toplum avutmamalıdır. Okullar asli görevi olan nitelikli insan yetiştirme kurumu olmalıdır.
Disiplin olmayınca ciddiyet olmuyor, ciddiyet olmayınca istikrar olmuyor. İstikrar olmayınca da mehter takımı gibi iki ileri gidiyoruz bir geri.
Bu anlamda eksikliğimiz aslında hayatın her alanına etki ediyor.
O yüzden katı disiplin şart!