1981 yılından itibaren her yıl, 24 Kasım günü Türkiye'de öğretmenler günü olarak çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. Görüşü, düşüncesi ne olursa olsun, hangi siyasi anlayışa yakın olursa olsun, bütün öğretmenlerimiz bugünü kendi günleri olarak kabul edip, yapılan tebrikleri kabul etmektedirler. İLO ve UNESCO'nun tavsiyesi ile dünya üzerindeki pek çok ülkede öğretmenler günü 5 Ekim tarihinde kutlanmaktadır.
Her şeyden önce batı dünyası ile entegre olma iddiasında olan laik Türkiye Cumhuriyeti neden dünyadaki pek çok ülkenin kutladığı günde değilde, farklı bir tarihte öğretmenler gününü kutlamaktadır? İkincisi; 12 Eylül ihtilali'nin ürünlerinden bir tanesi olan, "24 Kasım Öğretmenler Günü" olarak kutlama anlayışını 38 yıldır neden sürdürmekteyiz? 12 Eylül ihtilali'nin akabinde icat edilen, 1982 anayasası bile 38 yıl içerisinde parça parça değiştirilmişken, neden 12 Eylül cuntasının kutlanmasını emretmiş olduğu bir gün, devlet erkanının katılımı ve öğretmenlerimizin yüksek katılımlarıyla kutlanmaya devam etmektedir? Bir anlamda bu, 12 Eylül 1980 darbesini meşru kabul etmek, tanımak, manasına gelmemekte midir? Diğer bir soru; neden darbeci generaller tarafından, 24 Kasım'ın, Öğretmenler Günü olarak kutlanılması emredilmiş veya istenilmiştir?
İşin daha da tuhafı, birçok öğretmenimiz bile; 24 Kasım'ı, "Öğretmenler Günü" olarak Mustafa Kemal'in öğretmenlere armağan ettiğini zannetmektedirler. Sorulduğu zaman, darbelere karşı çıkan -ki her selim akıl sahibi insanın karşı çıkması gerekir- 12 Eylül ihtilaline karşı olduğunu iddia eden öğretmenlerimizin bile, bugünü kutlamalarının, Kenan Evren'in cuntasının bir marifeti olduğunu bilmemeleri enteresan... 12 Eylül askeri darbesini takip eden yılda, darbeci subay Kenan Evren, Mustafa Kemal'in 100. Doğum yıldönümü olan 1981 yılında, 24 Kasım'ın her yıl öğretmenler günü olarak kutlanmasını emretmiştir. Mustafa Kemal bile, 24 Kasım'ı "Muallimler Günü" olarak tayin etmemişken, 12 Eylül darbecileri bugünü öğretmenler günü olarak kutlamayı zorunlu hale getirmişlerdir. Ancak daha da tuhaf tarafı, 1981 yılında bir taraftan 24 Kasım'ın "Öğretmenler Günü" olarak kutlanması emredilirken, zorunlu, mecbur tutulurken, diğer taraftan siyasi görüşünden veya darbe karşıtlığından dolayı, pek çok öğretmen, meslekten atılıyor, sürgün ediliyor, hapishanelerde birçok baskıya ve işkenceye maruz kalıyordu. Yani 24 Kasım'ın "Öğretmenler Günü" ilan edilmesi, ihtilalin Milli Eğitim camiası üzerinde oluşturduğu travmalara, Kemalist bir kılıf uydurularak, ihtilali meşrulaştırma hareketinden başka bir şey değildi. Bu madalyonun bir yüzü...
Peki gelelim, niye 24 Kasım tarihi cuntacılar tarafından öğretmenler günü olarak ilan edildi? Çünkü 1 Teşrin-i Sani (Kasım) 1928 tarih 1353 sayılı kanunla, laik devrimlerin zincirinin bir halkası olarak Türkiye'de alfabe değişikliğine gidildi. Türklerin 1000 yıldır kullandığı Arap Alfabesi yerine, Latin alfabesi kullanılmaya başlandı. Ve güya kadın erkek çoluk çocuk bütün vatandaşlara yeni alfabenin öğretilmesi için Millet Mektepleri kuruldu. 24 Kasım 1928'de Millet Mektepleri'ne Reis-i Cumhur Mustafa Kemal, başöğretmen kabul edilir. Harf İnkılabı, Mustafa Kemal'in önceden beri planlamış olduğu bir değişiklik midir? Değil midir? Eğer önceden beri düşünülen, planlanan bir değişiklik ise Temmuz 1928'de yani üç ay önce Nutuk, neden 100.000 adet Osmanlıca Alfabe ile basılmıştır? Baskıların mürekkebi bile kurumadan, okunamaz bir eser haline getirilmiştir? Değilse, neden?
Harf inkılabı yenidoğan Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihle olan bağını koparmak için yapılmış olan bir devrimdir ki; bu amaç İsmet İnönü tarafından "Harf devrimi'nin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlamak değildir. Okur-yazar oranının düşük oluşunun yegane sebebi alfabenin öğrenmesinin zor olması değildi. Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere geçmişin kapılarını kapatmak, Arap-İslam dünyası ile bağlarını kopartmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleride biz denetleyecektik. Din eserleri, eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı". Bu amacın daha da pekişmesi adına, harf inkılabını, akabinde dil inkılabı takip edecek, Türkçe'nin güya sadeleşmesi adına, Türkçe'deki Arapça kökenli kelimeler temizlenecekti. Bunun içinde Türk Dil Kurumu'nun başına Agop Martayan (Dilaçar) getirilecektir.
Bizim, bugün cevabını aramamız gereken asıl soru; madem Arap Alfabesi reddedildi ve o dönemdeki harf değişikliğini alfabe değişikliği milliyetçilik ve Türkleştirme amacıyla yapıldı ise neden Göktürk veya Uygur alfabesi değil de Latin alfabesine değiştirildi? Acaba bunda, 1800'lü yılların başından itibaren İzmir ve Selanik'teki Sabetayist Saferad Yahudilerinin ana dilleri olan kendilerine özgü Judeo Espanyol yani Ladino dilini Raşi Alfabesi (solitreo) yazmaktan vazgeçip, Latin alfabesi ile yazmalarının bir etkisi var mıdır? Yoksa, Latin Alfabesine geçişi sadece kuru kuruya bir batı hayranlığı ile izah etmek yeterli midir?
İngiliz tarihçi Arnold Toynbee, A Study of History (Tarih Bilinci) isimli kitabında, harf inkılabı ile alakalı değerlendirmesinde; "Türkler harf inkılabı ile kendi kaynaklarına el atmak hususunda yabancılardan farksız oldular. Bundan sonra Türk kütüphanelerini yakmaya lüzum kalmamıştır. Çünkü harf inkılabı ile bu hazineler, örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Ancak çok yaşlı hocalar ve ihtiyarlar onları okumak lüzumunu hissedecektir."
"Kargacık-burgacık" diye malum zihniyet tarafından istihza edilen Osmanlı Alfabesi, bu toplumun 1000 yıllık hafızasını ve birikimini ifade ediyordu. 1 Teşrin-i Sani 1928 tarihli 1353 sayılı, "Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun" ile Arap Alfabesi! denilen 1000 yıllık Türk harflerinin kullanılması yasaklandı, bu yasağa aykırı hareket edenler cezalandırıldı. Kanunda bahsedilen Türk Harfleri Göktürk ve Uygur değil, Türklerin bin yıldır savaş halinde olduğu milletlerin kullandığı Latin harfleridir. Türk milletinin edebiyatı, sanatı ile benimsediği 1000 yıllık Arap alfabesi ki; Türkler bu alfabeyi "pe", "çe", "je", "sağır kef", "geniz harfi-nğ", gibi Türkçe sesleri ve karakterleri olan harflerde ekleyerek içselleştirmişlerdi. Topyekün bir milletin bir kanun ile cahil bırakılarak okuyamaz-yazamaz hale getirilmesini sağlayan bir uygulamanın akabinde, bir yandan da üzerine inşa edilmeye çalışılan günü kurtarmalık gecekondu bir anlayış olan Millet Mekteplerine, Mustafa Kemal'in Başöğretmen olarak tanımlanmasının; 12 Eylül 1980 tarihinde ihtilal yapan cunta tarafından fikir özgürlüğüne vurulan prangalara, öğretmenlere yapılan işkence ve yıldırmalara bir anlamda maske olarak kullanılan bir gündür 24 Kasım.
Öğretmenlerimiz, yılda bir gün, veya bir hafta anılarak geçiştirilmemeli. Öğretmenleri güçlü olan, bilgili olan bir toplum güçlü toplumdur. Öğretmenlerimiz, sadece senede bir gün göstermelik merasimlerle kutlanmamalı. Öğretmenlerimiz, yetişmekte olan nesle, her gün rehber oldukları gibi onların rehberlikleri ömür boyu dimağımız da hafızalarımızda yaşamalı. Ve öğretmenlik sadece maaş karşılığı yapılan bir meslekmiş gibi değerlendirilmemeli. Öğretmenliğin, Hz. Adem ile başlayan, insanlığı medenileştiren bütün peygamberlerin kutsal mesleği olduğu ve neticesinde öğretmenliğin zirvesinde Hz. Peygamber Efendimiz olduğunu ve O'nun yetiştirdiği Zübeyr bin Avvam, Ebû Huzeyfe bin Utbe, Sehle, Mus`ab bin Umeyr, Abdurrahman bin Avf, Ebû Seleme, Osman bin Maz`un gibi, öğretmenlerin açmış olduğu yolda sürdürülmesi gereken bir kutsal yolculuk olduğunun şuurunda olunmalıdır. Yetişmemde emeği olan, İlkokul 1. Sınıftan itibaren, ortaokul, lise, üniversite, ihtisas ve yüksek lisans hocalarım da dahil tüm öğretmenlerime saygı ve sevgilerimi sunar, bil-umum öğretmen arkadaşlarıma da sıhhat ve afiyetler dilerim. Sadece Cuntacı Kenan Evren'in emrettiği gün değil, hergün kalbimizdesiniz ve bizim için her gün değerlisiniz...