ÖDÜL ALMA – VERME MERAKI

Prof. Dr. Önder Kutlu

Son günlerde iyice göze batmaya başlayan belli kişilere ödül verme, taltif etme ve takdirname sunma gayretleri eleştirilmesi gereken bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Herhangi bir değerlendirme sürecinden geçirilmeden, karar verme kriterleri topluma açıklanmadan verilen ödüller kamuoyunu tatmin etmiyor.

‘Yılın spor adamı’, ‘yılın akademisyeni’, ‘yılın ekonomisti’, ‘yılın belediye başkanı’ vs. payeleri takdim ediliyor. İhtiyatla karşılıyorum. Eleştirel bir bakış açısıyla, ‘TSE bunlara da bir standart getirse’ demeden kendimi alamıyorum.

Normalde marifetin iltifata tabi olduğuna inanırım. ‘Marifet’ gösterenlerin takdir edilmelerinin normal olduğunu düşünürüm. Bu son derece insani bir davranış. ‘İyi’ yapana ‘iyi’ diyeceksin ki, yapmaya devam etsin.

Kriterim şu: Ödüllerin her halükarda ‘o işi yapma görevi kendisine görev olarak verilen’, ‘ondan maaş türü menfaat temin eden’ şahıslara verilmesi yanlış. Akademisyen, eğer geçimini akademisyenlik yaparak temin ediyorsa, yaptığı ya da yapması gereken rutin faaliyetlerden dolayı ona ödül veremezsiniz. Belediye başkanı, başkanlık görevini ‘iş’ olarak yürütüyorsa ona da ödül veremezsiniz.

Fakat geçimini temin etmediği, amatör olarak uğraştığı, topluma katkı sağladığı durumlarda belki ‘takdir etme’ anlamında ödül verilebilir. ‘Belki’ diyoruz, zira o durumda da topluma olağanüstü bir katkı sunmalı, sıra-dışı bir işe imza atmalı ki ödülü ‘hak’ etsin. Yoksa yanlış olur. İş ‘ayağa’ düşer. ‘Veren de alan da’ kendisini ‘tartışmalı’ pozisyona iter.

İşin bir de kamusal boyutu var...

Birilerini toplum adına taltif ederken, bir mesaj vermiş oluyor, toplumun önüne çıkarıyorsunuz.

Çokça ödül verme, aslında bir azgelişmiş ülke ve toplum refleksi. Payeler, ödüller o kadar ucuz ki, vıcık, vıcık. Sürekli birilerine ödül veriliyor. Sürekli birileri ‘kayırılıyor’. Sürekli ‘parlatılıyor’.

Aynı şekilde bir anda ‘rütbe sökme’, bir anda ‘itibarsızlaştırma’ konusunda da mahiriz. Asansör sürekli çalışıyor: ‘Birilerini yukarıya, birilerini de aşağıya doğru’ taşıyor.

Ergenekon operasyonlarıyla Türkiye’nin ‘normalleştirildiğini’ düşünürken, baktık ki deliller ‘üretilmiş’. Sürece birileri ‘dâhil’ edilmiş. Bugün o operasyonları yapanlardan hesap soruyoruz. Yanlış anlaşılmasın, tabii ki hesap sorulacak. Eleştirilmesi gereken şey, işleri bir şekilde elimize yüzümüze bulaştırıyor, temiz iş çıkaramıyoruz olmamız. Yanlış yöntem, kin ve nefret yüzünden bugün darbeci subaylar yargılanamıyor.

Cumhurbaşkanlığı döneminde Demirel de aynısını yapmıştı. Hak eden de etmeyen de ‘devlet sanatçısı’ olarak ilan edildi. ‘Devlet sanatçılığı’ ayağa düştü. Değersizleşti. ‘Devletin sanatçısı mı olurmuş’ Allah’ını seversen.

Hatırlıyorum, bir dönemde belediye başkanı olan bir dostumu ziyaret etmekteyken bir dergi temsilcisi ile görüşmesine şahit olmuştum: Ziyaretçi arkadaşımı, ‘yılın başkanı’ ilan etmek istediklerini ama karşılığında kendisinden belli miktarda ‘para bağışı’ rica ettiklerini söylemişti de arkadaşım kendisine çok kızmış ve ‘misafiri’ kızgın bir hitapla ‘paylamıştı’.

Bu vesileyle işlerin nasıl yürüdüğünü anlatmıştı. Kendisine benzer tekliflerin her gün yapıldığından bahisle, bunu kabul eden başkanların bulunduğunu ifade etmişti. Aynı dergi kısa bir müddet sonra birisini ‘başarılı başkan’ ilan etti.

Kısacası kamusal makamları işgal edenlere verilen bu ödülleri yadırgıyorum. Bir defa niçin verildiği, alternatiflerinin ne olduğu, niçin alternatiflerinin tercih edilmediği gibi bir dizi soru cevaplanmadan verilen, alınan ödüller tamamen hayali oluyor.

Ödülleri duyunca şahsi fikirlerimiz uyarınca, bazen ‘doğru olmuş’, bazen de ‘yanlış olmuş’ diyebiliyoruz. Ama bu bizim şahsi değerlendirmemiz. Kamusal makamlar söz konusu olduğunda aynı netlikte konuşamıyoruz. Konuşmamamız lazım. Kriterin ne ki ödül veriyor, alıyorsun?

Yeri gelince verilen Nobel ödüllerini eleştirebiliyor, ‘oldu’, ‘olmadı’ diyebiliyoruz. Lakin ödülü ‘veren’ veya ‘alan’ biz olduğumuzda eleştiriden eser kalmıyor. Çok yazık.

Başbakan Davutoğlu’nun geçtiğimiz günlerde yaptığı plaket, ödül, taltif türü değerlendirmelerin ‘tasarruf tedbirleri’ kapsamında kaldırıldığına dair açıklamasını eleştirenler oldu. ‘Ödülden ne tasarrufu olacak’, dediler. Ödül ‘ucuz’, ama törenleri ‘pahalı’. Kamu sürekli ‘alma-verme’ derdinde. Bu ‘almaları ve vermeleri’ dikkatle incelememiz lazım.

Kamu kurumları bu tür uygulamalardan kaçınmak zorunda. Dernek ve vakıflar da öyle. Allah’ın aşkına sürekli bu ‘takas’ refleksinden ne zaman kurtulacağız. Sezai Karakoç saygın bir ödül olan Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü kendisine verilince ne tepki verdi? Ödül almak için Köşk’e bile çıkmadı.

Hak ediyor muydu? Elbette evet. Asıl ödülü okuyucunun vereceğini söyledi. Okuyucu zaten ödülünü vermiş, kalbinin en müstesna köşesinde kendisine yer ayırmıştı. Bir sanatçı için daha büyük ödül olabilir mi?

Siyasetçiler de aynı. Ödülü millet verir, ama görevi bittikten sonra. Görevi başındayken herkes iltifat eder, saygı gösterir, lakin asıl önemli olan görev bırakıldıktan sonra bu itibarın devam etmesi.

Ödüllerin iki amaca matuf olduğunu düşünüyorum: Ya bir menfaat beklentisiyle etkili makamları işgal edenlere verilen ödüller, ya da bir taltif ve parlatma aracı olarak alt kademelerde bulunanlara. İkisinde de ‘yalakalık’, ikisinde de normalin dışında bir değerlendirme söz konusu olur.

Türkiye ve Konya bu hastalığından kurtulmalı. Bu konulara ‘takılmayan’, kendine güveni tam toplumlarda bu tür ödülleri veren ve alanlara ‘haksız rekabetten’ dava açılırdı. Göz göre göre birileri kayırılıyor. ‘Maksadın ne senin’ denirdi. Bizde olmuyor. Olmayınca, bir alt ligde konumlanıyoruz. Bütün bunları, ‘atadığı müdürden plaket alan bir yöneticiyi’ görmüş biri olarak söylüyorum.

Bu durumda ‘hasta adam’ Başbakanın iddia ettiği ‘Avrupa’ değil ‘biz’ oluyoruz. Bu işten önce Konya vazgeçmek zorunda. Bırak millet takdir etsin. Değerlendirmeyi onlar yapsın.

O daha önemli…