Okulun yanık sesli, kavruk tenli, çakır gözlü delikanlısıydı o. Evet delikanlı idi belki ama en sessiz olanıydı tüm sınıfın. Uzunca boylu, saçları ortadan ayrılmış, yün süveterli köylü çocuğu… Köyünün belki tek okuyanı, kazanmış gelmiş parasız yatılıyı, saflığın gururlu hali, bozkırın esen yeli…
Daha geldiği gün keşfetmişti sesinin güzelliğini müzik öğretmeni. Memleketinde babasıyla birlikte düğünlere gidip türkü söylediğini sakladı uzunca süre zaten babası da öyle tembih etti sıkıca. Oğlum dedi, yok bu işin sonu, türkücülükten gelmeyecek bir fayda, sen bari oku deyip yasak etti bağlamayı eline almayı.
Bizim delikanlı sakladı saz çalıp söylediğini lakin derslerden biri müzik e ses de saklanacak bir şey değil ki… “Bağlama bilirim” demedi ancak okulun yanık sesli türkücüsü oluverdi. Oldu olmaya da hiç değişmedi değişemedi ki. Yine sessiz yine yalnız ve süveterli… Lacivert bir ceket, gri bir pantolon rengi solmuş bir kravat yaz kış aynı siyah ayakkabı. Kirli miydi bunlar, yok asla. Belki eski belki biraz büyük geliyordu ama asla kirli değildi.
Sesinin yanıklığı bilinince hele öğretmenlerin canı uzun hava isteyince çağırdılar hemen her yere. Elini kulağına koyup “oy havar” deyip başlayınca türküye neredeyse tüm sınıflar susar türküyü dinler bitince de okulun içinde kocaman bir alkış kıyamet kopar… Kutlamaymış, bayrammış, şenlikmiş işte ne varsa, bir yerinde bizim delikanlı çıkar iki türkü söyler, biri illa uzun hava olurmuş. Törenler öyle de kimi zaman yatakhanenin penceresinden batan güne doğru ince ince çığırdığı bozlakların tadına doyulmazmış.
Bizim yanık sesli delikanlı yani Anadolu’nun masum çocuğu gençliğinin ilk yıllarını memleketinden uzakta köyüne hasret geçirmeye devam etmiş. Ne şikâyet dökülmüş dilinden ne bir pişmanlık. Yazın babasıyla kazandığı parayı kışın yetiştirmeye çalışmış ve babasına verdiği sözü hiç unutmamış. Ne bağlama almış eline ne düğünlerde çalgıcılık yaptığını demiş. Hangi hocası hangi türküyü istemişse söyleyip başını önüne eğmiş.
Gel zaman git zaman son sınıf olunca, bıyığı terlemiş bizim delikanlının. Yine sessiz yine masum… Hani sessiz derken haksızlığa zorbalığa hiç gelmemiş. Kavgaya sebep olmamış ama girilen kavgadan da dayak yiyip çıkmamış. Zaten bunu bilenler de ona pek bulaşmamış, “türkücüye” karışmayın yeter denmiş.
Bizim türkücü takılan bu lakaptan mı derslerin zorluğundan mı bilinmez ama ne bir takdir belgesi almış ne “pekiyi” ile geçmiş ne de zayıf getirmiş. Okumaya niyeti var belki de gönlü el vermiyor desek isabet eder miyiz acaba? Belki de yapacağım iş belli diyerek asılmamış derslere, zayıfım olup üzülmesin annem babam diye idare etmiş işte. Velhasıl tembel dedirtmemiş kendisine.
İşte o son sene okula yeni bir müdür atanmış. Daha kendi gelmeden namı ulaşmış. Astığı astık kestiği kestik başarılı olanın arkasında, tembel olanı hiç sevmezmiş. Hiç dövmez ama bakışıyla dövmekten beter edermiş. Bizim delikanlı bunları duyunca değişecek değil ya ses aynı ses, susunca aynı sessizlik.
Yeni müdür gelip göreve başlayınca müdürün kızı da bu okula başlamış. Hani kalem sahibi yazıyı yazınca kimse silemez ya olmuş işte ve müdürün kızı bizim türkücünün sınıfına kayıt edilmiş. Ders Edebiyat, hoca tahtada, elinde yaprakları sararmış bir kitap sekizlik heceyle bir şiir okuyor. Tam zamanı deyip haydi bir türkü dinleyelim deyince tüm gözler malum adrese çevriliyor; pencere kenarı arkadan ikinci sıra… Bizim delikanlı anlıyor mevzuu, kırmayacak hocayı, dışarıya ta uzaklara bakıp, derin bir nefes çekiyor, önce bir uzun hava arkasına yanık bir türkü çıkacak bağrından belli… İnce ve içli, yanık ve derinden bir “aman oyy” dolduruyor sınıfı. Sınıfta her talebe önüne dönüp uzun havanın tınısında kendi hikâyesini arayacakken birden açılıyor kapı hışımla.
Kapıda kısa boylu, siyah takım elbiseli, göbeğinin üzerinden kalan kısmı kıvrılmış kravatıyla sert bakışlı bir adam ve hemen arkasında bir kız çocuğu. Daha girer girmez bağırıyor “Bu ne laubalilik, ders müzik mi hoca, kim o bağıran” buz kesiyor ortalık, bizim türkücü gayet sakin başını çeviriyor kapıya. Bağıran kim, ders ne idi, burası neresi… Anlamını yitiriyor her şey, bir çift yeşil gözün hapsine giriyor bizim türkücü. Türküyü de unutuyor gelenin müdür olduğunu da…