Bir kurban bayramı öncesi Evren paşa damadına "sana vekâlet vereyim de kurban kes" demiş. Kurbanın 4. veya 5. günü Evren Paşa damat beye "bizim kurbanlar ne oldu?" diye sormuş,
Damat beyin cevabı şöyle;
"Bayram cumartesi pazara denk geldi. Noterler kapalıydı. Vekâleti alamadığımdan dolayı kurbanları kesemedim".
Evren paşa buna fena halde içerlemiş ve din derslerini mecburi hale getirmiş.
Ve "nitekim" şimdilerde "kurtulmak" istediğimiz 12 Eylül anayasasında din dersleri "zorunludur".
Alevi "dostlarımız" bundan rahatsız.
Kemalistler bundan dolayı Evren Paşa ile "papaz" oldular.
Bu "zorunlu" din derslerinde yeni yeni mezhepler peydahlanmış.
"Amerikalı" kâinat imamından mülhem dinler arası diyaloğu terviç eden ibareler de bu koleksiyonda yerini almıştır, muhtemelen.
Demek ki, Evren paşanın damadı, kurban vekâletinin noter marifetiyle alınmasına gerek olmadığını bilseydi "zorunlu" dersi konulmayacaktı.
Muhtemelen alevi "dostlarımız da" mecburi din derslerinden rahatsızlık duymayacaklardı.
"Cem evleri ibadethane olsun" talebinde bulunmayacaklardı.
Ah Evren paşa, ah,
Bütün bunların sebebi sensin...(!)....
“ÖKÜZ”
Birisi sana “öküz oğlu öküz” dese herhalde bir tepkide bulunursun. Hadi diyelim ki sen “öküzsün” kabullendin. Babana öküz diyorsa hiç mi tepkin olmayacak?
Bari orada durma, uzaklaş…
Sana hakaret edenin yüzüne bakma veya tükürürcesine bak…
Adam senin dinine küfrediyor.
Mabedine dahlediyor.
İnandığını söylediğin ebedî aleminde şefaatçın olacak olan sevgili peygemberin için “arapuşağı” diyor.
Halâ toz kondurmuyorsun.
Sıkıntı sende mi, beyninde mi yoksa jetonunun köşeli olmasında mı?
Ulan salak, daha kimi seveceğini bilmiyorsan bu yaşa gelmişsin halâ, ne diyeyim sana?
Doçent olsan ne yazar, prof. olsan ne yazar.
Bilmem hangi mevkide olsan ne fark eder?
Annesine “fahişe” diyen birisini “dost” edinen birine “aydın” denilmez. Bu, olsa olsa deyyus olur.
İnsan biraz “insan” olur yahu…
Bilmiyorsan öğrenmeye çalış.
Doğruyu söyleyemiyorsan, söyleyebileceğin zamana kadar sukut et.
Hiçbir vaka yoktur ki, şerefsiz olmayı tercih edesin…
Hiçbir mevkii yoktur ki, şeref ile takas edilebilsin.
TEBRİK….
Başbakan Binali Yıldırım “bu memleket bizim” şeklinde başlayan bir bayram tebriki yayınlamış.
Yani, laf mı bu?
Galiba Moskova’ya kaçan şairin (Nazım Hikmet Ran) şiirlerinden etkilenen bir danışmanı var başbakanın.
Veya kendisi öyle.
Bilmiyoruz.
Tebrik edilen bayram; Ramazan bayramıdır.
Ramazan Bayramı öncelikle oruçla alakalı olanları içine alır. Oruçla ilgisiz olanları “dışlamaz” ama “ben oruç tutmuyorum” diye avaz avaz bağıranların da bayramları tebrik edilmez herhalde.
Adam zaten seninle mesafeli.
Seni duymuyor ki. Ona niye sesleniyorsun?
“Bu memleket bizim” şiirinin şairinin oruçla, dinle ve diyanetle arasının şeker renk olduğunu bilmeyen yok.
Öyleyse başbakan niye böyle bir mısraı tercih etti?
Başbakan bu ülkede “solcu” olduğunu söyleyenlerin oylarına talipse kusura bakmasın, havasını alır.
Başbakan olarak, elbette herkesin başbakanıdır. Ama solumsu kokan laflar etmesine gerek yok.
Herkes kimin ne olduğunu biliyor.
Yıllar önce Erbakan da aynı hatayı yapmıştı.
Yaranabildi mi?
Herkes duruşunu ve davranışını asaletle devam ettirmelidir.
Şair ne demişti;
“İnatla girmeyin soy-sop faslına,
Kurtsa kurt, itse it çeker aslına”….