Nikâhtaki keramet mi kayboldu, yoksa evlilik denilen “kutsal müessese” kutsallığını mı yitirdi bilinmez ama son günlerde boşanmalar artınca “n’oluyoruz tedirginliği” baş gösterdi herkeste.
Sebepler çok ve çeşitli. Saymaya kalkacak olursak bir sürü detaylar çıkar karşımıza. Lakin ben âcizane mesleki tecrübeme de dayanarak öne çıkan en temel soruna değinmek, tabir yerindeyse sebeplerin sebebine odaklanmak istiyorum.
Eskiden bu denli yaygın ve kolay değildi boşanmak. Boşanma örneği az olduğundan boşanmak ayıp bir şey gibi görülür, "kol kırılır yen içinde kalır" deyip sabredilirdi. Yolunda gitmeyen şeylerin zamanla düzeleceğine inanılırdı. Zamanla pek çok şey de düzelirdi gerçekten. Eskiden insanlar, birbirlerinin kahırlarını çekmeye daha da bir yatkındılar.
Peki şimdi ne değişti?
Evlilikler aynı da insanlar değişti.
Kadınlar daha bir hanımefendi, daha bir prenses oldu. Kendilerini topluma armağan edilmiş özel bir varlık gibi görür oldular. Erkekler de daha bir paşa oldu. Kendilerini yeryüzüne şeref bahşeden soylular sanıyorlar. İşte bu prensesler ve paşalar; aşk zannettikleri üç günlük eğlence ile yıllar sürecek beraberliği karıştırıyorlar.
Değişen zanlarla birlikte hayattan ve evlilikten beklentiler de değişti. Bireysel mutluluklar kutsamaya başlandı. Benmerkezcilik, hazperestlik geldi yerleşti aramıza. İnsan kendine tapınmaya başladı.
Modern değerler, her türlü iletişim vasıtasıyla, insana mutlu olması için canının istediği gibi yaşaması gerektiğini öğütlüyor. Batının janjanlı bir ambalaj içinde bize kakaladığı hümanizm denen baş belası ideolojinin bir alt görünümü olan benmerkezcilik; peşinden bencilliği, hazcılığı, bireyciliği getirdi.
Mutlu olmayı, zengin olmayı, dizilerdeki gibi evlerde yaşayıp, dizilerdeki gibi arabalara binmeyi, dizilerdeki gibi adamlarla/kadınlarla birlikte olmak zannediyoruz. Bunları temel gaye olarak görüyoruz. Eğlence odaklı yaşıyor, tüketerek mutlu oluyoruz.
Bunun sonucunda hepimiz tahammülsüz, kanaatsiz, vefasız canavarlar haline dönüştük. En küçük sıkıntıda çekip gitmek kolayımıza gidiyor. Dünyaya bir daha mı geleceğiz diyen kapıyı çarpıp çıkıyor.
‘Ben’ girince devreye ‘biz’ ortamdan ayrılıyor mecburen. Bilenler bilir, şeytanın lanetlenip, kovulmasının sebebi de bu ‘ben’ liktir.
Hem kadın hem de erkek değişti dedik. Ama illa ki en çok kadın değişti. Annelik çok yara aldı, annelik çok anlam kaybetti.
Aileyi bir arada tutan temel tutkal annedir. Anne kapıyı açan güler yüz, gideni uğurlayan dualı ağız, tatlı dildir. Anne yuvayı yapan dişi kuştur.
İşte o kuş uçtu yuvadan şimdilerde.
Dünden bugüne değişen bizden başkası değil aslında. Hal böyle olunca da "…. evlenmişler ve sonsuza dek mutlu-mesut yaşamışlar. Onlar ermiş muradına…." cümlesi de bin bir gece masallarında kalıyor. Gökten üç elma düşmüyor, düşse de bizim başımıza düşmüyor artık.