Bu konuyla ilgili son yazıyı yazıyorum. Aslında daha önceki yazılarda da ifade ettiğim gibi Türkiye bu konularla ilgili çok önemli yol haritaları belirlemelidir, akademisyenler öngörüler yaparak, bu stratejinin oluşmasına katkı yapmalılar…
Gazeteciler, yazarlar, düşünürler önümüzdeki bu süreçle ilgili çalışmalar yapıp, bir şekilde bu konuların toplum tarafından özümsenmesinin yollarını araştırmalılar…
Bu hem bir kırılma süreci, hem de kazanma süreci olabilir Türkiye için, elbette bugün kazanmaya daha yakın görünüyoruz ama yerinizde olsam bugünün büyüsüne kapılmazdım…
Dünya Konya’dan kurgulanıyor olsa sıkıntı yok, laylayloma devam, makam mevki mücadelesine devam, fitneye, eyyamcılığa devam, derdim ama öyle değil…
Biz oyun kurucu değiliz, Konya oyun kurucu değil, Türkiye bile oyun kurucu değil…
Hayatın bu kadar değişken bir hal aldığı dünyada ancak bu gidişle Rabbimizin bize göndereceği bir Musa (A.S.) ile firavunla başa çıkabiliriz, yoksa şu anki halimizle Türkiye kazanmaya yakın olmasına rağmen yenilir…
Önce devletimiz bir Gelişim ve Planlama Enstitüsü kurmalıdır, burada cins fikirli, zeki, akıllı insanlardan bir fikir üretim merkezi oluşturmalıdır…
Ondan sonrada teker teker planlama yapacak daireler oluşturulmalıdır, şöyle ki;
Şehirciliği gelişim dairesi, sanayi gelişim dairesi, ticaret gelişim dairesi, üniversite gelişim dairesi, bilim gelişim dairesi, ilkokul gelişim dairesi, ortaokul gelişim dairesi, lise gelişim dairesi
Almanya, İngilizlerle, Fransa ile ilişkilerin takibi dairesi, Afrika Masası, Mısır Masası, Suriye Masası, Suudi Arabistan Masası, İran Masası,
ABD ile ilişkileri takip masası, Rusya ile ilişkileri takip masası, Çin ile ilişkilerin takibi masası,
Enerji gelişim dairesi, Irak ile Rusya ile Afrika ile ayrı ayrı stratejilerin belirlenmesi,
Enerji bağlamında Çin ve Japonya ile ilişkiler,
Ve takıntısız ticaret yapabileceğimiz, Endonezya, Malezya, Güney Kore gibi ülkelerle ilişkiler,
Hindistan, Brezilya, Meksika gibi ülkelerle ilişkiler…
Tarım, enerji, uzay bilimi, edebiyat, sanat, sinema, medya, moda, dizi, internet ve sosyal medya alanlarında dünyada önemli bir noktaya gelebilmek için ayrı ayrı geliştirme daireleri,
Bu arada tabi, ahlaklı nesillerin yetiştirilmesi, aile kavramının korunması, mutlaka merkezimize İslam’ı, Kuran ve Sünneti alacak bir sistemin oluşturulması için çalışmaların yapılması…
Yeni anayasa, yeni medeni kanun, yeni ticaret kanunu, yeni bankacılık, yeni iktisat yapısının geliştirilmesi…
Para politikamızı, batı merkezli John Maynard Keynes’in belirlediği ekonomik sistemden çıkararak, faizsiz sistem merkezinde kendi hazine ve merkez bankamızın kurgulanması,
Devlet yapımızın ana atar damarlarından kılcan damarlarına kadar yeniden kurgulanması, gibi onlarca başlığın oluşturulduğu Yeni Türkiye Modeli…
Evet, Türkiye bunları yapabilecek mi?
Ve sen arkadaş bunların nesrindesin, nerede duruyorsun?
Mesele inanınız budur…
Bugün Ortaköy’de ortaya konan eşkıyalık da, Soma’da ölülerimizden, acımızdan ihanet çıkaran mantıkta, Doğan Medyanın D’sinin Deutschland’ın D’si olduğunu anlamamızda, Bild’i, BBC’si, CNN’ni, Hürriyet’i’ Zaman’ı, Sözcüsü, Taraf’ı ve bilmem daha nesi ve nesi de işte bu beş yıllık süreçte yaşanacak oyunun sadece basit figürleridir…
Daha büyük oyunlar sergilenecek, daha büyük sıkıntılar ortaya konacak…
Bunlar bir başlangıç, daha ilkyazımda ifade etmiştim, 30 Mart bir son değildir, bir başlangıçtır…
Biz şeytana senin sitemini, senin bize biçtiğin ölçüleri kabul etmiyoruz dedik ya 30 Martta, şimdi ya Rahman’ın ipine sıkı sıkı sarılacağız, Kudüs’ü alacağız, ya da İstanbul’da elimizden gidecek…
Selahattin Eyyübi’ye, bir komutanı, “Kudüs’ü bize Allah verecektir,” diyor, oda hayır, “Kudüs’ü ben alacağım” diye yanıt veriyor…
Bunu anlamayan Selahattin Eyyübi’nin Rabbimizin gücünü inkâr ettiğini sanır, anlayan ise Kudüs’ü ancak insanın alabileceğini, dünyayı Rabbimizin bu merkezde adalet sistemi içerisinde yarattığını ve güçlü olanın sistemi belirlediğini anlar…
Çünkü burası imtihan alanı, ya çalışacağız, başarılı olacağız, ya da kaybedeceğiz…
Kazanmaya yakınız ama hala kazanamadık ve bizim kazanmaya yakınlığımız aynı zamanda zaafımızı oluşturuyor,
Gün laylaylom günü değil, gün evcilik oynama günü değil, gün oyunla oynaşla vakit geçirme günü değil, gün eyyamcılık yaparak kurtarılacak bir gün de değil…
Elbette tevfîk Allah’tandır (CC), çalışmak ise bizim görevimizdir…
Daha ne diyebilirim…
Hak, hakkımızda hayırlı olanı versin, bu savaşta ülkemizi, ümmeti muzaffer kılsın…