Esir hayatlar yaşıyoruz, bile isteye, haklı mazeretler bularak, kendimize pay çıkararak teslim edilmiş vakitler veriyoruz türlü boyutlardaki ekranlara. Kimi zaman sihirli kutu televizyon, kimi zaman cebe girmiş telefon… Dokunmatik ekranların dokunulmaz çocukları var artık. Bir nesli bizden almaya niyet etmiş kendi kalıp ve gönyesini ölçü alan bir “teknopolis” çağıdır yaşadığımız.
Daha dün bir annenin çocuğu için gözyaşı döktüğüne şahit oldum. İlk değildi, muhtemel son da olmayacak. Anneyse ağlayacak elbet, dün bir başka nedenle yarın bir başka sebeple. Hiç olmadı mutluluktan gözyaşı dökecek.
Kadıncağız yalnız başına hayata direnmeye çalışıyor. Eşi terk edip gideli olmuş bir hayli. Temizlik işleri yaparak, eş dost yardımıyla geçinip gidiyor. Bir şikâyeti mi var, yok. Bıkmış, bizar olmuş, pes mi etmiş, hayır… Lakin kızından dertli; kızı gençliğinin ilk çağında, kavak yelleri almış başını, dinlemiyor anayı atayı.
Kız ne yapıp etmiş eve bir bilgisayar aldırmış, bilgisayar giren eve İnternet girer demişler bir pakete abone olmuşlar. Önceleri ders çalışır, yazı yazar filan demişler ama zaman geçtikçe işin öyle olmadığı ya da o kadarla kalmayacağı anlaşılmış.
Malum sosyal medya kızımızı da almış arasına, arkadaşları ısrar etmiş, annesi anlamaz zaten, üye olmuş birkaç sosyal ağa. Muhabbet, beğeni, paylaşım derken çevresi çoğalmış, arkadaşı artmış. Buraya kadar normal görünüyor her şey, lakin buradan sonra kopuyor ipin ucu.
Ders çalışsın diye alınan bilgisayar esir etmiş bizim genç kızı, saatler geçiyor kalkmıyor oyunun, sohbetin başından. Gözlerinin yorulduğuna mı yanmalı, aklının uyuştuğuna mı? Vakit desen yetmiyor, okula bile gitmeyecek neredeyse. Okula gitmeden olmaz, ekrandan da uzak kalınmaz demişler, kıza bir tablet edinmişler, yetmemiş okuldayken ararım seni deyip anneye bir de cep aldırılmış hani şu akıllı olanlarından.
Bakınca teknik gelişiyor, rahatlık artıyor, hızlanıyoruz diye sevineceğiz. Annesi de öyle sanmış evvelce, kızını sofradan sofraya görür olunca şaşırmış hepten. Hani daha güzel olacaktı her şey! Dersleri de asar olmuş bizim genç kızımız. Eve geç gelmeye, geldiği zaman da bilgisayar başında sabahlamaya alışmış çoktan.
Günler geçtikçe anası anlamış; kız koptu kopacak. Bir çare ama nerede? Söylemiş olmamış, ceza vermiş uymamış. Sonradan öğrenmiş ki annesi, nette takıldığı arkadaşlar, paylaştığı resimler filan ne bu toprağa uyar ne bu aileye. Genç kızımız orasını burasını boyamış, saçını başını yaptırmış, giyim değişmiş, söylediği başka, dili başka… Yani bir başka dünyanın başka bir çocuğu olmuş çoktan.
Komşular, kızı şikâyet eder olmuşlar; gürültüsünden, haytalığından, laf söz duymamasından. Okul vakti parklarda görenler olmuş. Hatta sigara içiyor diyenler bile var. Konu komşuya danışmış; hangi kapıya gitse herkes aynı dertten mustarip. Bugünün gençleri böyle, rahat bırak diyenler olmuş, iki tokat vur diyenler de. Baktı olacak gibi değil, ne olduysa bu bilgisayardan sonra oldu deyip çökmüş bilgisayarın başına. Annemiz, ne yapıp edip açtırmış bilgisayarı, dünya yıkılmış başına; bilgisayarda intihar şarkıları, kasvetle dolu sözler, kan akan gözler… İçi acımış annenin, başına gelecekleri bilmeden…
Bir başka gece kız dalınca uykuya cep telefonunu almış hissettirmeden. Karıştırmış orasını burasını bilmeden. Arkadaşlarıyla konuşmalarını okumuş, paylaştığı resimlere bakmış; ne inancına, ne terbiyesine, ne de bildiklerine münasip bulamamış. Asıl darbeyi, kendi ismini “temizlikçi kadın” olarak kayıtlı halde görünce almış. Çaresiz kapatmış telefonu, karanlık odada kızına bakarak ağlamış.
Bir akşam çalmış telefon acı acı, donuk bir ses; “kızınız karakolda, ifadesi alınıyor, gelin çabuk” ne yapacağını şaşırmış, ağlamış. Koşup gitmiş karakola, sormuş soruşturmuş, ne işi olur ki polisle? Ufak bir olay demişler, teselli etmişler, pek inanmamış bir çıkar yol da bulamamış. Almış gelmiş kızı evine. Kızını sevip okşayacak, ne oldu kızım diyecek, dertleşip ağlayacak belki ama daha içeri girer girmez kız koşmuş bilgisayarın başına.
Geldi dün bir vesile ile işte o malum soruyu sordu, şimdi ben ne yapayım?