Yaşama kılavuzumuz olan Kur’an, insan için bir tezkire/bir öğüttür. İnsan her kıssadan bir hisse çıkarmalıdır. Her şeyi yaratan yüce Allah, bizim de yaratıcımızdır. Bütün varlıklar içerisinde insan ayrı bir konum ve değere haizdir. Varlıkta her şey onun hizmetine verilmiş ve ona boyun eğdirilmiştir. İşte böyle bir varlığın en zayıf ve kuvvetli yönlerini iyi bilen Yaradan, onun zayıf yönleri ıslah olsun, erdemli bir varlık hüviyeti kazansın diye Kitap indirmiş ve sayısız peygamberler göndermiştir. Bu bağlamda Kur’an’ın asıl indiriliş amacı, insanın onun mesajını anlayarak hayatına aktarmasıdır. Her Kur’an okuyucusu, onun lafzını okurken manasını da anlama çabası içerisine girmelidir. Amaç iyi bir insan, iyi bir Müslüman, nihayetinde iyi bir toplum düzeni kurmaktır.
Makalemizin başlığında sözünü ettiğimiz mesaj, Kur’an’da inanan bir ebeveyn ile inkârcı evladı arasında geçen bir tartışma üzerinden verilir. Burada ebeveyn olmanın ayrı bir sorumluluk gerektirdiği konusu üzerinde durulur. Bizim geleneğimizde çocuklara ilk eğitim ailede verilir. Ailede verilen eğitimin iki aktörü vardır. Bunlardan birisi anne, diğeri de babadır. Her ikisi de eğitimcidir. Eğer bu iki eğitimci eğitimli değilse, çocuklarımız bu eğitimden mahrum kalırlar.
Kur’an’da anlatıldığı gibi, istisnalar hariçte tutulursa, anne-babalar çocuklarının kendileri gibi inançlı, kişilik ve kimlik sahibi olmalarını isterler. Sorumlu olan ebeveyn bu konuda duyarlılık gösterir. Ahkaf Suresi’nin 17. Ayeti inanan ebeveyn ile inkârcı evlatları arasında geçen tartışmaya değinir. Bu tartışmada ölüm ötesi hayata itiraz eden bir evladın hikâyesi anlatılır. Anne ve baba, evladının imanlı bir genç olarak yetişmesini arzu eder. Bu sebeple çocuklarını yaratıcı ve ölüm ötesi hayata inanmaya çağırırlar. Çünkü ahiret inancı, insanın dini hayatını disipline eder. Dünyevileşmenin önünde bir bariyer gibi durur.
Kur’an’dan öğrendiğimize göre anne ve babanın iman çağrısına hayırsız evlat, “yeter be!” diyerek itiraz eder. Meseleyi basitleştirmek adına benden önce nice nesiller gelip geçti onlar yok olup gittiler. Dolayısıyla bunların da diriltilmeyeceklerine inanan bu genç aynı şekilde kendisinin de diriltilmeyeceğini ileri sürer. Ebeveyninin çağrısını tehdit olarak algılamakla kalmaz; Allah, ölüm ötesi hayat, hesap-kitap yokmuş gibi bir haleti ruhiye içiresine girer.
Hiçbir zaman anne ve babalar, evlatlarının kötü olmasını ve ahlaksız yetişmelerini istemezler. Onların fıtratlarında her zaman çocuklarına karşı bir merhamet ve şefkat duygusu vardır. Evlatlarının ölüm ötesi hayata isyan etmeleri karşısında ebeveyn çareyi Allah’a sığınmakta ve O’ndan yardım istemekte bulur. Burada hem lisani ve hem de fiili dua vardır. “Yazıklar olsun sana, evladım gel şu körü körüne inat etmeyi bırak da Rabbine iman et” derler. Nuh Peygamber de kurtuluş gemisine binmeyi reddederek dağa sığınacağını söyleyen oğluna bir baba şefkatiyle içten seslenmişti de bu çağrıya tabiata sığınmakla cevap veren oğlu boğulanlardan olmuştu. İşte anne ve babanın “iman et evladım, inkârcılar hakkında Yüce Allah’ın vaîdi gerçekleşecektir” demeleri, onu inkârcı fikrinden döndürmeye yetmeyecekti. Evlatla imtihan kolay değil. Günümüzün en büyük imtihanlarından biri, bu evlat imtihanı..
Ölüm ötesi hayat çağrısı, inkârcı gence göre eskiden beri tekrarlanan bir masaldır(!). Anne-babanın imana gel çağrısına inkârcı oğlun, “bu eskilerin masallarından başka bir şey değildir” cevabını vermesi topyekûn metafizik gerçekliği inkar etmek manasına gelir. Kur’an aslında bu olay üzerinden her dönemin insanına, özellikle de Müslümanlara seslenmektedir. Sadece anne-babanın Müslüman olması yetmez, esas olan kendi kişisel örneklikleriyle birlikte çocuklarına karakter gelişimi çağında din eğitimini kazandırmalarıdır. Bu da bugün için okul öncesi döneme karşılık gelmektedir. Bunun dönemi de 4-6 yaş grubu aralığıdır. Çocuklar yetişkinlik çağına adım atıncaya kadar onlara din eğitimi verilmez safsataları, Kur’an’ın eğitim anlayışına karşıdır. Nitekim Lokman Suresi’nde de bu yaşlarda verilmesi gereken din eğitimine değinilmiştir. Kafası materyalist zihniyetle örülü, taşlaşmış ve fosilleşmiş kimi doğuluların bu yaşlarda verilen din eğitimini “ortaçağ zihniyeti” beylik laflarıyla suçlama cihetine gitmeleri asla bizi çocuklarımızın din eğitiminden geri adım atmaya götürmemelidir.
Sonuç olarak, eğer bizler ölüm ötesi bir hayata inanıyorsak elbette çocuklarımızın da inanmasını ve onların ebedi kurtuluşlarını sağlamalarını istemeliyiz. Bu konuda ne yapılması gerekiyorsa pedagojik ilkelere uygun bir din eğitimi verme yoluna gitmeliyiz. Bundan da doğal bir şey yoktur. Nesillerimizin hayırlı ve hayru’l-halef bir nesil olarak yetişmeleri için elimizden gelen bütün çabayı göstermeliyiz. Eğer bu çabayı ihmal eder ve ebeveyn sorumluluğumuzu yerine getirmezsek, yarın bu çocuklarımız karşımıza dinine, diyanetine isyan eden nesiller olarak çıkacaklardır. Haydi o zaman nesillerimizin dini ve ahlaki terbiyesi için seferber olmaya..