Soruları ile sıkça karşılaştığımız günlerdeyiz. Gençler bizim gibi değiller. Bizi anlamıyorlar, bize anlatmıyorlar, sınırı ve usulü bilmiyorlar. Saklama ve saklanma çabasındalar. Onlara ulaşmak imkânsız!
Serzenişleri, ebeveynlerin durmadan sordukları soruların bazıları aslında. Anlamlı gibi gelen ama derine inildiğinde gözden kaçırdığımız ve unuttuğumuz bir şeyler olmalı diye düşünerek başladım gözlemlerime ve sordum gençlere; “Neden uzaksınız bizden?” Yaklaşımlarımızın yanlış olduğu cevabını bekliyordum ki yanılmışım. “Bizden uzak olan büyükler” dediler.
Önermenin altını çizdim ve çepeçevre biz büyükleri incelemeye başladım. Evet… Statülerimizin getirdiği apayrı rollere bürünmüştük hepimiz. Anneler daha çok çalışıyor, babalar daha sosyal, babaanne, dede, büyük anne, büyük baba uzaklarda. Komşular birbirini bile tanımıyor. Servis evden alıp okula bırakıyor ve vakit yok. Sevmeye, anlamaya, hoş görmeye, derdini sormaya vakit yok! Ya da eve geç gelen anne babanın vakit bulduğunda ilk sorusu; “Kaç net yaptın matematikten?” den başkaca bir soru değil. “Neden zayıf aldın? Devamsızlığından haberimiz yok! Özel ders alıyorsun kursa gidiyorsun biz daha ne yapalım? Haftalık harçlığını eksik mi ettik? Gece gündüz çalışıyoruz senin eğitimin için? O saçlar kesilecek! Bir daha eve geç gelme! 98 değil 100 alman gerek başka işin ne...? vb soruları da ekleyerek çoğaltırlar…
Kendilerince oldukça haklı sebepleri var. Verdiklerini istiyorlar elbet ama bu bir arz talep meselesi değil, bu en insani duygu olan ebeveyn çocuk ilişkisinin nereye gittiğiyle alakalı… Hülasası bu sorular acı ve incitici, ekonomik ve çıkarcı onlara göre. Ne yapmalıyız o halde? Zor belki ama onlara zaman ayırmalı onları kazanmalıyız. Kaç net yaptın? Sorusu yerine “Günün nasıl geçti?” sorusu sanki daha iyi olur gibi. Ya da hafta sonu birlikte bir şeyler yapmaya ne dersin? Yürüyüşe benimle gelir misin? Maça bir günde bizi götürsene, gençlerle olmak güzel olmalı… vb” Lakin ne vakti ne sabrı kalmış anne babanın, zaman ve pratikler yormuş onları.
Azıcık zaman kaldıysa, kadın kendi arkadaşları adam da kendi arkadaşlarına ayırıyor bu zamanı. Nasılsa çocuk ya kursta ya tüm zamanlarını çalan bir etkinlikte ama ruhu aç eksik, sarılmak istiyor ve bu özlemi sadece anne ile babası dindirebilir ama yoklar. Anne tek boş zamanını kadınlar gününe ayırmış, baba arkadaşlarıyla maçta… Baba kahvehaneden çıkmıyor, anne telefonu elinden düşürmüyor yemek tarifi- giyim kuşam bakıyor. Çocuk yine yalnız ve yalnızlığını o da telefonla, sosyal medyayla, doğru olmayan arkadaşla ve zararlı bir takım başka alışkanlıklarla dolduruyor. Ya da hırçın, saldırgan, garip, içe kapalı, uzak bir kişilik geliştirmeye yöneliyor…
İstiyor ki “BENİ GÖRÜN-DUYUN-ANLAYIN LÜTFEN.” Bizse yanlış anlıyoruz. Nereye gidiyor bu çocuk? Ne oldu buna? Neyini eksik ettik? Eksik olan; onunla geçirilen zaman ve bedensel temas… Sımsıkı sarılmayı ister her çocuk. Üzüldüğünde anlaşılmadığında bir kucak arar… Oysa bizim onlara sarılmaya vaktimiz yok!
Evet belki yoğunuz ama en küçük zamanı onlarla değerlendirmeye çalıştığımızı görecek kadar kalpleriyle bakıyorlar bize… Vakit geçirmeden sarılalım onlara, vakit ayıralım. Bizlere vakit ayırmalarını sağlayalım… Vicdan ve merhameti bizden öğrenmezlerse yanlış öğrenecekler. Bizse durup dinlemeden yargılayacağız onları. Yargılamak kolay iş ne de olsa. Onlar bizi biz onları yargılamayı bırakıp sımsıkı tutalım birlikte geçirilecek her zamanı…
Öyleyse Haydi Biraz da Çocuklara Ayıralım mı zamanı?