Suriye eksenli gelişmelere bağlı siyasi odaklı yoğun gündemden çıkılmaya, ülkelerin orta ve uzun dönemli hesaplarını kollamakla birlikte, kısa vadede yavaş yavaş kendi gündemlerine dönmeye başladıklarını görmekteyiz. Yanı başımızdaki terör riskine karşı, güney sınır güvenliğimizi sağlamak amacıyla siyasi kararla başlatılan askeri harekatın, global ölçekte ne kadar büyük ses getirdiği, asıl mücadelenin ekonomik olduğu net bir şekilde anlaşıldı. Değilse binlerce kilometre uzaktan gelen ABD’nin ekonomik, siyasi ve askeri gücünü arkasına alarak, bölgenin aktör ülkeleri olan Rusya, Türkiye ve İran’a rağmen hakemlik görevine soyunmasını açıklamak zor olacaktı. Bölgeden çekildiğini açıklamasına rağmen, petrol çıkarılan kuyuların çevresinde terör örgütleriyle birlikte koruma işlevini yerine getirmesi, ABD’nin asıl hedefinin bölgenin güvenliğini temin emek ve terör örgütünden (DAEŞ) temizlemek değil, petrolü ele geçirmek olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. ABD’nin dizayn edip kurguladığı defacto durum da, başta bölge ülkeleri olmak üzere dünya artık kanıksayıp içselleştirmeye başladığından, gündemin arka sıralarına doğru şimdilik dipnotu ile, gerilediğini belirtmekte fayda vardır. Diğer bir sonuç ise, ABD’nin önderliğindeki batılı ülkelerin terk dertlerinin, dünya üzerinde meydana gelen ne varsa, bir şekilde kendi lehlerine olacak şekilde gerçekleşmesini sağlamak için her şeyi yapabilecekleridir. Bunun için batılılar demokrasi, insan hakları, devletler hukuku ve uluslararası teamüllerin dikkate alınması gereğini dahi düşünmemektedir. Amaçlarına ulaşmak için kendi doğal çıkarlarını korumaya hakkı olmasına rağmen batılılara sorun oluşturan ülkeler, öncelikle uluslararası kurum ve kuruşların rapor, görüş ve açıklamalarıyla ülkeleri kontrolleri altına almaya çalışılmaktadırlar. Yetmezse sorun çıkaran ülkelerde demokrasi, insan hakları ihlali gibi yapay kargaşalar çıkartılıp güçsüz ve müdahaleye karşı zayıf duruma düşürülmektedir. Bu tür hamlelerin sonucunda da istedikleri ulaşılmadığında ise terör örgütlerini açıkça desteklemekten bile çekinmeden, askeri müdahale yoluna başvurabilmektedirler. Buraya kadar anlatılanların hepsi yaklaşık bir ay içinde, bizzat Türkiye üzerine yönelik girişilen ve şimdilik ülkemiz tarafından başarıyla savuşturulan uygulama örnekleridir.
ABD prototipinde batının dünyanın geri kalan diğer ülkelerine bakış açısı hep böyle olmuştur. Önceleri kendi aralarındaki savaşlar sonunda kazanan kaybeden fark etmeden, her iki tarafın da zararına sonuçlara yol açtığını anladılar. Nitekim Birinci Dünya Savaşı sonunda galiplerle mağluplar arasında yapılan antlaşmalar sonunda ortaya çıkan orantısız paylaşımın neden olduğu İkinci Dünya Savaşının ağır maddi ve insan kaybı sonuçları da, bu görüşü adeta doğrulamıştır. Bu vakitten sonra dünya liderliğini İngiltere’den devralan ABD’nin öncülüğünde kurulan IMF, WB, WTO gibi kararlarıyla küresel boyutta etkiler meydana getirecek kurumlar sayesinde geri, gelişmekte veya ihtiyaç halinde istekte bulunan tüm ülkelere yönelik, yardım adı altında cazip koşullarda borçlanmalarla ekonomiler adeta ele geçirilmiştir. Üstelik emtia (petrol, doğal gaz, altın, elmas, bakır, demir, alüminyum vb.) bakımından zengin fakat aynı zamanda geri kalmış ülkelere gerçekle alakası olmayan çeşitli bahanelerle müdahale edilerek batılı ülkeler, emtia kaynaklarına tabir yerindeyse – yerinde hatta az bile – haydutça çökerek ele geçirmişlerdir. Orta Doğuda petrol olmasaydı, ABD ve Avrupalı kuyrukları demokrasi, insan hakları ihlali veya nükleer silah üretiliyor gibi yalanlarla, binlerce kilometre uzaktan gelir miydi? Algı operasyonuyla baş edemedikleri Türkiye, Çin, Rusya, İran, Venezüella, Meksika, Kuzey Kore gibi ülkelere siyasi ve ekonomik baskılama, yetmediği durumlarda doğrudan askeri müdahale yoluna rahatlıkla gidebilmektedirler, hem de bunu demokrasi, dünya barışı, refahı, huzuru ve insan hakları adına yaptıklarını da pişkince söyleyerek.
Ne yazık ki, direksiyonuna batının oturup şoförlüğünü yaptığı dünya aracının; siyasi, ekonomik, askeri, iletişim, sosyal ve toplumsal aritmetiğinde, fiili durum böyledir. Bu koşullar altında aracın kaza yapmadan yol alması mümkün değildir. Kaza sonunda ise suçlu, genelde zararı haksız yere gören zengin doğal kaynaklara sahip geri ve gelişme yolundaki ülkelere ve ölen masum insanlarına olurken, bu süreç değişmeden devam etmektedir. Batılı anlayışın kurguladığı aritmetikten de, gelişmiş ülkeleri kendileri de dahil olmak üzere, orta ve uzun dönemde hiçbir ülke için refah, huzur ve barış sonucu çıkmaz.
Soru: Uzun dönemde doğal işsizlik oranı ülkelere göre değişir mi? Neden?
Sözün Gözü: Kişi anasıyla anılır, anısıyla değerlendirilir.