Meşhur fıkradır. Türkiye'ye gelen bir turist, bizim Temel ile Dursun'a rastlar. Turist, kendilerine İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce adres sorar. Tabii bizimkiler anlamaz. Cevap veremezler. Turist yanlarından uzaklaşınca, Dursun der ki: "Ula Temel, bir yabancı dil öğrenmenin geldi." Temel: "Görmedin mi uşağum, adam 4 tane dil biliyor, yine bir işe yaramadı..."
Bu tür hadiseler sadece fıkralarda olmuyor. Bir hafta on gün önce, Konya'da Şemsi Tebrizi Türbesi'ni de içinde bulunduran Şems Camisi'nde, cemaatin gelmesini beklerken içeriye sekiz, on kişilik İranlı bir turist grubu girdi. Daha içeri girerken, eşikte türbeye doğru (kıbleye değil) secde edip, eşiği öptüler. (Pandemi olmasına rağmen) Sonra kalkıp, bir elleri göğüslerinde rükûya eğildiler ve o pozisyonda türbenin yakınına kadar ilerlediler ve trans halinde rukûları bir müddet devam etti. Sonra tekrar secdeye kapanıp bir müddet secdede kaldıktan sonra yine kalkıp rükû pozisyonunda bir elleri göğsünde, geri geri türbeden çıktılar. Hemen arkalarından çıktım ve bir anlamda ekibin lideri gibi gözüken beyefendiye yaklaşarak, önce Türkçe: "Hoş geldiniz, bir şey sorabilir miyim?" dedim. Ekipten hiç kimseden tepki yok. Sonra Arapça: "Arapça konuşabiliyor musunuz?" diye sordum. Yine tepki yok. Sonra İngilizce: "İngilizce biliyor musunuz?" diye sordum. Yine tepki yok. Sonra Fransızca: "Fransızca konuşabiliyor musunuz?" diye sordum. Yine tepki yok. İletişim kuramadık.
2018 yılında kafile başkanı olarak gittiğim Hac görevinde, kafilemden bir hacımın başına talihsiz bir hadise geldi. Durumu bildirmek için hacım ile beraber Harem'de Peygamber Efendimizin doğduğu ev olarak ma'ruf binanın arka kısmında, tünelin önündeki karakola gittiğimizde, bürodaki polis: "How can I help you?" (Nasıl yardımcı olabilirim?) diye sordu. Bende Arapça: "Arapça konuşarak yardımcı olabilirsin!" dedim. Bunun üzerine polis ukala ve küçümser bir tavırla: "Can't you speak English?" (İngilizce konuşamıyor musun?) diye sordu. Ben de bunun üzerine yine Arapça: "Sen Arapsın, BenTürk'üm. İkimizde Müslümanız. Ya Arapça konuşalım, ya Türkçe konuşalım. Ben İngiliz müstemlekesi değilim" diye cevap verince mahçup oldu.
Hem geçen hafta Konya'da, hem iki yıl önce Suudi Arabistan'da yaşamış olduğum bu örnekler ister istemez beni ciddi anlamda düşünmeye sevketti. Kabe'nin gölgesinde diyebileceğimiz bir karakolda, göğsümde Türk bayrağını görünce bir Suud polisi, neden İngilizce hitap eder ve karşısındaki Arapça cevap vermesine rağmen neden küçümser bir tavırla "İngilizce bilmiyor musun?" diye sorar? Sınır komşumuz olan İran'lılarla veya farklı coğrafyalardaki Müslümanlarla neden ortak bir dilde anlaşamıyoruz veya birbirimizi anlamakta, konuşmakta güçlük çekiyoruz? En önemlisi nasıl oluyor da İngilizce uluslararası bir nitelik kazanarak, bugün iki farklı Arap ülkesinin temsilcileri bile birbirleriyle İngilizce konuşuyorlar?
İngilizce'nin dünya üzerine nasıl yayıldı? Çince'den sonra dünya üzerinde en fazla insanın konuştuğu ikinci dil olması nasıl gerçekleşti? Buradan başlamak gerekiyor. İngilizce dediğimiz dil, tarihte Anglo, Sakson ve Jütler isimli Cermen kavimlerinin Britanya’yı istilasıyla başlar. İngilizce konuşan milletlerin bir kısmı için kullanılan Anglosakson tabiri de buradan gelir. İngilizce'nin kökenlerinin Hollanda'nın kuzeyi, Almanya'nın kuzeyi ve Danimarka'da konuşulan Friz veya Ferizce'ye dayandığı ile ilgili dilbilimcilerin tezleri söz konusudur ki; bugün Flamanca ile İngilizce arasında yüzlerce ortak kelime olmasının sebeplerinden birisi de budur. İngilizler, Britanya'nın yerlisi olan İrlandalıların ve İskoç'ların kullandığı Keltçeyi, İskoç Ve İrlandalı halklarla beraber adanın daha kuzeyine iterek, bir anlamda da Keltçe'ye soykırım uygulayarak adada İngilizceyi hakim kılarlar. Akabinde İngiliz İmparatorluğu'nun büyümesi ve dünya üzerinde denizaşırı coğrafyalarda sömürü düzeni kurması ile beraber anadili farklı olan milletler İngilizlerin baskısıyla, zorlamasıyla, asimilasyon politikalarıyla, İngilizceyi öğrenmeye, konuşmaya mecbur kalırlar. İlerleyen zaman içerisinde de resmi dil veya yazışma dili olarak da kullanmaya devam etmektedirler. Akabinde İngiliz İmparatorluğu'nun kaybettiği gücü, ABD'nin yayılmacı politikalarının alması ve aynı şekilde buna paralel olarak ortaya çıkan endüstri devrimi ve bankacılık sektörünün gelişmesiyle beraber, İngilizlerin sömürdüğü bütün coğrafyalarda ve milletler'de İngilizce ortak bir dil olarak kabul edilir. Akabinde TV yayınlarının yaygınlaşması, 1960 lardan itibaren Hollywood sinemasının gelişmesi ve film ihraç etme süreci, İngilizce'ye daha da ivme kazandırdı. 1990'larda internetin yaygınlaşmaya başlaması ve yazılım dilinin kapitalist baskın gücünde etkisiyle İngilizce olması, İngilizce'nin popülaritesini daha da artırdı.
Dünyada en çok konuşulan dillere baktığımızda karşımıza enteresan bir istatistik çıkar. Nüfus olarak en fazla kullanılan dil Çince'dir. Çince konuşanların neredeyse tamamının veya %90'ının anadili Çincedir.İkinci sırada gelen İngilizce'yi konuşan nufusun yaklaşık %30-35'inin ana dili İngilizce olmasına rağmen -ikinci dil olarak ya da resmi dil olarak- İngilizceyi kullanan nüfus 1 milyar 100 milyon civarındadır. Üçüncü sırada gelen İspanyolca'nın da yine aynı şekilde sömürgecilikle yayılmış bir dil olduğunu görüyoruz ki; bugün Güney Amerika'daki devletlerin ve toplumların bir çoğunun resmi dili İspanyolca'dır.
İngilizce bugün bilimsel bir dil gibi lanse edilmeye çalışılsa da aslında tarih içerisinde hiçbir zaman için bilim dili olmamıştır. Avrupa ana karasında bilim ve edebiyat dili olarak kullanılan dil, ağırlıklı olarak Latince, Fransızca, İtalyanca gibi dillerdir. Son 150-200 yıldan önceki son 1000 yıla yakın süreçte, Dünya üzerindeki bilim dilinin Arapça olmasını da değerlendirdiğimiz zaman; İngilizce sonradan palazlanan bir dil olarak değerlendirilebilir.
Üniversite yıllarında İbni Sina'nın bir felsefe kitabını elime aldığımda; iç kapaktaki yazıyı görünce şok olmuştum. "İngilizce orijinalinden çeviren falanca..." diye mütercimin ismi yazıyordu. Biliyoruz ki İbni Sina eserlerini Arapça vermiştir. Son 50- 60 yıllık süreçte bunun gibi pek çok Arapça eserin dilimize, doğrudan Arapça'dan değil ile İngilizce çevirisinden tercüme edildiğine mutlaka şahit olanlarımız olmuştur.
Son 100-150 yıldır Müslümanların, özellikle Osmanlı İmparatorluğunun tarih sahnesinden çekilmesiyle; bilim, ilim, medeniyet, kültür, sanat, edebiyat gibi pek çok noktada oluşturduğu boşluğu maalesef İngilizler doldurmuştur. Özellikle ülkemizdeki çağdaşlaşma, bilimsel ve teknolojik gelişme, muasır medeniyetler seviyesine ulaşma hedefini, batılılaşma olarak yorumlayan zihniyetler, İngilizce konuşmayı veya İngilizce bilmeyi olmazsa olmaz bir şart gibi sunmuşlardır. 90'lı yılların sonunda bir ara Türkiye'de neredeyse moda haline gelmişti. Anadolu'da, yıl boyunca toplamda bir elin parmaklarını kadar geçmeyecek kadar turistin geldiği bir Anadolu kasabasındaki market bile, kasiyer alacağında: "En az lise mezunu, İngilizce bilen...!" diye iş ilanı yayınlıyordu. Veya yaptığı işin ithalat ihracatla hiçbir alakası olmayan, tamamen yerel, hizmet sektöründe yeralan işletmeler bile "İngilizce bilen eleman" arıyordu. Bu anlayış, kapitalist yayılmacılığın ve kültürel asimilasyonun başlangıç noktası olarak bile değerlendirilebilir. Neyse ki soğuk savaşın bitip ülkeler arası sınırların büyük ölçüde kalkmasıyla ve internetin yaygınlaşıp iletişimin daha kolay hale gelmesi ile artık dil bilme ve yabancı dile ihtiyaç duyma çeşitliliği artı. Duygusal seviyeden daha mantıki bir seviyeye oturmuş oldu.
Bugün geldiğimiz noktada İngilizce bilmemeyi bir eziklik olarak görme psikolojisi hâlâ toplumumuzda, özellikle genç kuşakta kendisini hissettirmektedir. Halbuki imparatorluk bakiyesi bir toplumun bireyleri olarak sadece İngilizce değil, farklı dilleri konuşabilen, yabancı dil çeşitliliğini artırmış bir toplum olmamız, geleceği inşa etme de faydalı olacaktır.
Geçtiğimiz yıl, ümit veren bazı haberler basına yansımıştı. Özellikle İran, Mısır, Balkan coğrafyası, Afganistan, Pakistan ve Hint alt kıtasında yaşayan insanların Türkçeye ilgilerinin arttığı ve Türkçe öğrenmek için gayret gösterip, farklı yollar denediklerini beyan eden haberler yayınlanmıştı.Dilin yayılmasının veya dilin farklı milletler tarafından öğrenilmesinin sebeplerinin en başında belki de o dili, ana dili olarak konuşan insanların, dünya üzerindeki siyasi, askeri, ekonomik, ilmi gücü belirleyici oluyor. Bugün Afrika'daki insanların pek çoğunun İngilizce ve Fransızca, Güney Amerika'daki insanlarının İspanyolca ve Portekizce konuşmasının sebebi: bu ülkelerin, bu coğrafyaları sömürmesinden dolayıdır. Aynı şekilde kültürel asimilasyondan dolayıdır. Osmanlı'nın terketmek zorunda kaldı coğrafyaların %90'ında Türkçe'nin konuşulmuyor olmasının sebebi Osmanlı'nın bir asimilasyon ve sömürü politikası değil; bu coğrafyalara bir hâmilik ve hizmet politikası uyguladığı içindir. Balkanlarda, Makedonya, Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan gibi ülkelerde anadili Türkçe olmamasına rağmen, Türkçe konuşan nüfusun varlığı Osmanlı Türkçesinin gönül dili olması sebebiyledir. Bugünlerde kafa yormamız gereken en önemli husus, gönül coğrafyalarımızla olan dil bağımızı, iletişim bağımızı da güçlendirmek ve kuvvetlendirmek olacaktır.
Biz devlet olarak ne kadar güçlü olursak, toplum olarak ne kadar bir ve beraber olursak, diğer milletler Türkçeyi öğrenme noktasında daha istekli, daha talepkâr olacaktır. Dilin yayılması, o dili konuşan milletlerin siyasi, askeri, ekonomik, kültürel, bilimsel gücüyle de doğru orantılıdır. Muasır medeniyet hedefine ulaşmak için bir doğudan, bir batıdan en az iki dili konuşabilecek seviyede olmamız gerekiyor. İster onlarca yabancı dil bilelim, ister sadece kendi ana dilimizi konuşabilelim ama her ne olursa olsun eziklik psikolojisi içinde hareket etmememiz gerekiyor. Sömürgeci kapitalist güçlerin dil yoluyla kültürel asimilasyon politikasının kölesi olmamamız gerekiyor. Çünkü asimilasyon politikasının kölesi olanlar, ruhen sömürülmüş, zihnen aklını kiraya vermiş olanlar, eziklik psikolojisi ile kendi ülkelerini İngilizce olarak sömürgeci güçlere şikayet etme ihaneti gösterebiliyorlar. Hangi dili konuştuğunuz önemli değil, önemli olan o dili konuşan beynin, kafanın yerli ve milli olmasıdır. Yabancı dil konuşmak bir zenginliktir. Ancak zihniniz asimile olmuşsa konuştuğunuz yabancı dille kendi milletinize, devletinize, ihanet ediyorsanız bu bir ahlak ve hamiyet fukaralığıdır, ezikliktir.