Charles Handy, "Ruhun Arayışı" isimli kitabında, kapitalizmin "pazarlama stratejisi" anlatımını şöyle özetleyebiliriz: "İnsanların bir etik, bir de estetik ihtiyaçları vardır. Yeme-içme, giyinme, barınma ve bunları temin ederken kullandığı araç ve gereçler insanın etik ihtiyacıdır. İnsanı soğuktan sıcaktan koruyacak, vücudunu örtecek bir elbisesinin olması etik bir ihtiyaçtır. Bir elbiseyi bir kişiye sattığınızda, o elbise eskiyinceye, kullanılmaz oluncaya kadar ikinci bir elbise satamazsınız. Ama sizin sürekli satmanız, karşı tarafın da sürekli alması lazım. Öyleyse etik ihtiyaçtan daha ziyade estetik(güzellik/güzel görünme) ihtiyaçlara vurgu yapacaksınız ki; pazar konumunda olan, müşteri konumunda olan kimseler sürekli alma ihtiyacı hissetsinler." İşte moda denilen insanları sürekli (elbise, bujiteri ve kozmetik) almaya iten sektör böylelikle ortaya çıkmıştır. Diğer sektörleri de bu örneğe kıyas edebilirsiniz...
İnsanın estetik ihtiyaçlarına vurgu yaparak sömüren kapitalizmin bu pazarlama stratejisini; tek dünya devleti/yeni dünya düzeni kurma çabasınındaki siyonist üst akıl, kendi hedeflerine giden yolda bir öncü kuvvet, akıncı birliği gibi kullanabileceklerini keşfetmişlerdir. İnsanları gelenekten koparmak, onları savunmasız bırakmak, onları yeni dünya düzeninin köleleri haline getirebilmek için kapitalist pazarlama mantığına benzer bir anlayışı devreye sokmuşlardır. Bu anlayış, kişileri zihnen, fikren, bedenen ve maddeten pazar haline getirmeyi hedefleyen, onları modern köleler olarak kullanmak isteyen bir anlayışın neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Dünyayı kendi megola ideaları doğrultusunda şekillendirmeye çalışan ve insanları duygusuz, kimliksiz, aidiyetsiz, geleneksiz bireyler haline getirerek onları köleleştirmeye çalışan siyonist küresel üst akıl, ortaya tüm balıkların, balık hafızalıların takılabileceği bir yem atmıştır. Bu yemin adı "özgürlük" tür. Kulağa güzel geliyor. Estetik bir dünya çağrıştırıyor. Küreselci üst akıl, modern dünyanın temellerini "özgürlük" kavramı üzerine yükseltmiştir.
"Özgürlük" kabaca: "her hangi bir kısıtlamaya bağlı olmaksızın kendi hareketlerini seçebilme yetisi" diye tarif edilebilir. Ancak Siyonist üst aklın anladığı yada dünyaya dikte ettiği "özgürlük" algısal olarak, insanı geleneksel yaşantısından, kimliğinden, inançlarından, manevi değerlerinden koparmak ve kurulmakta olan yeni dünya düzeninin yani Siyonizmin sömürebileceği, uyuşturulmuş, uyutulmuş, robotlaştırılmış, kimliksiz ve kişiliksiz bir birey haline getirme amacından başka bir şey değildir. Din, gelenek, örf-adet, mahalli kuralların, ailenin sınırladığı insan, sömürülmekten ve köleleştirilmekten korunmuş insandır.
Geleneksel aile yapısı, geleneksel dinler, toplumlara yerleşmiş olan örf ve adetler, sınırları olan korumacı bir yapı oluşturmaktadır. İnsanın kimliği ve kişiliği bu korumacı yapının, zırhın içerisinde şekillenmektedir. 12 Kasım 2019 tarihinde yayınlanmış olan, "Aile Nedir, Ne Anlam İfade Eder?" başlıklı yazımızda, Arapça'da, aile için "zırh" mânâsına gelen"Üsra" kavramının kullanılmasının ailenin bu koruyuculuk sıfatına işaret etmesi açısından manidar olduğunu ifade etmiştik. Tıpkı aile gibi mahalleler, örfler, geleneksel toplum yapıları, dinlerde insanı korumaktadır. Özellikle İslam Dini, "Zarurat-ı Hamse" dediğimiz beş alanın korunması esası üzerine inşa edilmiştir. Bunlar: Dinin, hayatın, aklın, malın, ve neslin korunmasıdır. Dünyanın nizam ve intizamı, bu doğrultuda da ahiret hayatının imar ve inşası bu beş esasın muhafazası ile mümkündür.
İslam başta olmak üzere, geleneksel dinlere savaş ilan eden küresel sömürgeci üst akıl, insanları aile, gelenek, din gibi muhafaza eden yapılardan koparmak ve kendisine bağımlı yapmak için "özgürlük" kavramını insanlığa yem olarak atmıştır. Özellikle Amerika'yı pilot bölge olarak seçen, oradan hareketle dünya insanlığını tekdüzeleştirmeye yada kendi menfaatleri doğrultusunda kullanışlı hale getirmeye çalışan üst akıl, geleneksel yapının yasak, haram, ayıp kavramları ile inşa ettiği koruma kalkanını "özgürlük" sloganları ile delmiştir. 1900'lü yılların başında, Amerikalı beyaz kadınların halk arasında hatta kendi evinde bile sigara içmesi ayıplanıyordu. Ancak siyonist kartelin hâkimiyetinde bulunan sigara fabrikalarının daha fazla sigara satması, daha fazla kazanması, yani kendilerine bağımlı daha fazla müşteriye/gönüllü köleye ihtiyaç vardı. Onun için 1929 yılında yapılan sigara reklamlarında, sokakta sigara içen kadın, "Özgür Kadın", "Özgürlükler Ülkesi Amerika'nın Sembolü" olarak gösterildi. Bu zokayı yutan kadınlar, tahmin edilebileceği gibi sigara içme özgürlüğünü sonuna kadar kullanarak, sigara fabrikalarının satışını ve cirosunu ikiye üçe katladılar.
Aynı yem, alkollü içeceklerin haram olduğu veya örfen yanlış kabul edildiği toplumlarda da içki reklamları; "Ruhunu Özgür Bırak", "Özgürlüğün Tadı", "Özgürlük Bu Kapağın Altında" gibi sloganlarla gerçekleştirildi. Böylelike alkol bağımlılığı bir anlamda özgürlük gibi lanse edildi. Uyuşturucu kullanan bireylerde uyuşturucu kullanma sebepleri araştırıldığında ortak arka planda, kendisini sınırlayan faktörlerden aile, toplum, mahalle baskısı, ekonomik vasatın zorluğu, bedensel hazların yetersizliği vb. uzaklaşıp bedenen tutsak olduğu şerait dahilinde "ruhen/zihnen özgür kalma" anlayışı, tekdüzelikten kurtulup farklı deneyimler yaşama düşüncesinin baskın fikir olarak ifade edildiğini görüyoruz. Yine uyuşturucu bağımlılarının büyük oranının,geleneksel dinlerle bağlantısının zayıf veya tamamen koparılmış, ateizm, teizm, deizm, satanizm gibi protest yapılarda kendisini konumlandıran kişiler olduğu tespit edilmiştir.
Aynı şekilde bağımlılık denildiğinde, bunun sadece alkol, sigara ve uyuşturucu madde bağımlılığı değil; internet bağımlılığı, oyun bağımlılığı, televizyon bağımlılığı, kumar bağımlılığı, fuhuş ve pornografi bağımlılığı, alışveriş bağımlılığı, marka bağımlılığı, yeşil ya da kırmızı reçeteli ilaç kullanma bağımlılığı, egzersiz bağımlılığı gibi pek çok bağımlılık türü olduğunu ifade edebiliriz.
Aileyi, cinsel özgürlükleri kısıtlayan ve kişilerin birbirine bağımlılığı olarak lanse eden küresel sömürgeci üst akıl aileyi dağıtmak için cinsel özgürlük, kadının özgürlüğü kavramlarını ortaya atmış ve bunu çok organize reklam ve algı operasyonları ile gerçekleştirmiştir. Bir zamanlar ülkemizde kadın cinayetleri, basında "töre cinayeti" olarak nitelendirilirken günümüze geldiğimizde "aile içi şiddet/cinayet" diye vurgulanmaktadır. Aynı gerekçelerle erkekler öldürüldüğünde bu dil kullanılmamaktadır. Bireyleri gelenekten, örf, adet ve geleneksel yapının muhafazasından çıkaran bu dil, sonraki aşamada da bireyi aileden koparmak suretiyle kademe kademe cinsel bağımlılığa giden yolun taşlarını döşemektedir. Bireyler, dinsel özgürlük yalanı ile uyuşturucu, cinsel özgürlük yalanı ile fuhuş ve alt sektörlerinin bağımlısı haline getirilmektedir.
Bugün geleneğe ve geleneksel yapılara açılan savaşın özünde, küresel sistemin kurucu ve yöneticilerinin daha fazla pazara/paraya ulaşma hırsı, kendilerine bağlı/bağımlı köleleştirilmiş bireylere hükmetme hırsı olduğunu söyleyebiliriz. İnsanları, faiz lobilerinin oyuncağı haline getiren bankalar bile kredi reklamlarını "ekonomik özgürlük" sloganları ile süslemektedirler.
Siyonist aklın özgürlük anlayışı, insanı gerçek manada özgürleştiren, muhafaza eden, insanı bağımlılıklardan koruyan geleneksel yapılardan koparıp, modern dünyanın organik, inorganik, elektronik, sibernetik kölesi haline getirmekten ibarettir. Bize bir alkol ve uyuşturucu bağımlılığı kadar tehlikeli gözükmese bile aslında bağımlılık açısından değerlendirdiğimizde hiçbir farkı olmayan alışveriş bağımlılığı, marka bağımlılığı, internet oyun ve televizyon bağımlılığı yine özgürlük ambalajına sarılmış, sömürülme bağımlılıklarının başında gelmektedir. Türkiye özelinde tek kanallı TRT yayınları'nın olduğu dönemdeki televizyonu olan bir insanın günlük televizyon karşısında geçirdiği saat ile tek kanala bağımlı olmayan, binlerce kanal arasında "seçme özgürlüğü" bulunan aynı insanın televizyon karşısında geçirdiği süre neredeyse on kat artmıştır.
Bize, "ruhunu özgür bırak, bedenini özgür bırak, seçimlerini özgür bırak, kendini özgür bırak!" diye sunulan her türlü neoküresel özgürlük anlayışı esasında bizi din, hayat, akıl, mal ve nesil'in korunması ilkelerinden koparan ve bu beş muhafaza alanının yerine farklı bağımlılıklar inşa eden bir tuzak olduğunu unutmamamız gerekiyor.
Amerika'da, batıda daha sonra ülkemizde ve doğuya doğru uzayan coğrafyadaki uyuşturucu madde kullanımının artması, insanların dine olan bağlılığının azalmasıyla, dindarlıklarının zayıflamasıyla ters orantılıdır. Aynı şekilde oyun, televizyon, internet bağımlılığı düşünmenin, akletmenin, zihni meşgul edecek bir takım okuma, araştırma gibi aktivitelerin terk edilmesi ile ters orantılıdır. Alışveriş bağımlılığı, marka bağımlılığı ve bu bağımlılıkların karşılanabilmesi için bankalara sadık, faiz bağımlılığı yada kumar bağımlılığı dinin korunmasını esas aldığı malın korunması anlayışının zayıflamasıyla ters orantılıdır. Cinsel bağımlılıkta aynı şekilde neslin korunması ilkesinin zayıflaması ve nesli koruyacak aile yapısının zayıflatılması ile ters orantılıdır. Dolayısıyla sömürgeci küresel siyonist kartel, kendi küresel hakimiyetini kurabilmek adına, dünya insanlığını köleleştirmek uğruna ortaya attığı "Özgürlük!" tuzağı, insanı ruhen, bedenen, aklen, farklı bağımlılıklarla bağlayan, insanın gerçek manada özgürlüğünü elinden alıp köleleştiren bir yalandır.
Geleneksel korumacı yapı(Din, aile, örf, devlet) insana haddini, sınırlarını ve sorumluluklarını belirlemiş, bu sorumluluklar ve sınırlar içerisinde mukayyet özgürlük sunan bir yapıdır. Bugün aileye, dine, geleneksel kurumlara karşı açılan özgürlük savaşı, modern köle tüccarlarının, insanlığı yağmalama, sömürme ve kolonileştirmesinin modern yöntemlerinden bir tanesidir. Aklı başında olan insan, bu tuzağa düşmeyen, söylemlerin arkasındaki hedeflenen sonucu farkedebilen kişidir.