Mesleğimiz ve uğraşımız hasebiyle ilk gençlik çağlarında pek çok öğrenci ile karşılaşıyoruz. Gittiğimiz söyleşiler, katıldığımız programlar, dost meclisleri, veli toplantıları vesaire… Her yeni nesil hızla değişen ve gelişen bir çağa doğuyor. Teknolojik yenilikler, yeni meslekler, değişen hayaller, hedefler, gittikçe çoğalan beklentiler ve dahası… Öte yandan sürgit devam eden savaşlar; strateji ve güç üzerine kurgulanmış hâkimiyet iddiaları, ulusal ya da uluslararası çıkar çatışmaları ve ekonomik çalkantılar. Hepsi bir şekilde özellikle gençleri derinden etkiliyor ve hatta sarsıyor.
Yukarıda saydıklarımızla kalmıyor ne yazık ki! Çevre felaketleri, küresel iklim mevzuu, toplumsal çöküntüler ve sosyolojik problemler, tüketim hırsı ve harcama alışkanlığı, gelecek kaygısı… Ailevi problemler, travmalar, hayal kırıklıkları, kuşak çatışmaları ve dinî algılar da genç insanımızı çepeçevre sarıp sarmalıyor. Elbette bunları sayarken ümitsiz, çözümsüz kapkara bir tablo çizmiş olmak istemem demem o ki yukarıda saydığımız ne varsa bir şekilde gençlere tesir ediyor ve şekillendiriyor.
Kaygı ve tereddüt hâli genç bir insan için oldukça ağır ve kesif… Kendini ve yeteneklerini keşfedememiş, tek tip ve kalıplaşmış rutinlere bağlı kalmış, gerçekçi idealler yerine kurgulanmış hayatlar peşinde gençler çeşitli sınavlarda başarılı olsalar da kendini gerçekleştirmek konusunda yanılmış olabiliyor.
Tüm bunları söylerken asla karamsarlık ve ümitsizlik taşımıyorum lakin ürkmüyor ve tedirgin olmuyor da değilim. Filhakika ilk çağlardan itibaren kuşaklar arası farklılıklar ve çekişmeler olageldi. “Ne olacak bu gençliğin hali!” ya da “Bu gençlik nereye gidiyor” feveranında olmanın tek başına faydası yok, farkındayım. Velhasıl onlar da bizden ne görüp ne duydularsa yansıtıyorlar dünyaya.
Çizmeye çalıştığım tabloda tek başına bizim kabahatimiz yok lakin öyle ya da böyle dahlimiz olduğu kesin. Mamafih tüm olumsuzluklara tüm çeldiricilere tüm kaygan zemine rağmen onları yarına hazırlamak, rehberlik yapmak, zarar görecekleri ya da zarar verecekleri bir durumdan kaçırmak da yine bize düşüyor.
Mevzu gençlik, mesele insan olunca ne söz ne yazı son bulur. Bunun da ötesinde daha çok kafa yormalı, daha çok sadra şifa çözümler üretebilmeliyiz. Bu minvalde fırsat buldukça şahsımız da kelamın sadakası babında yazıp çiziyor, söylüyoruz. Muhatap olduğum ve çoğunlukla birlikte bulunduğum gençler, lise çağında gençler oluyor. Kimi henüz ilk gençlik yılları çocukluktan yeni çıkmış kimi yetişkin bir birey kadar olgun ve tecrübeli.
Bize gelinceye kadar çok fazla nasihat ve tavsiye almış oluyor gençler. Çoğunlukla “şunu şöyle yap, bunu da böyle yap” emir ve direktif tarzı cümleler çok da iz bırakmış olmuyor. Ekranlar ve sokak bizden çok daha etkili belki de. Sokak demişken çizmek istediğim çerçeve anlaşılmış olmalı. Sokak; yani bizim dilimiz, şarkımız türkümüz, gelenek ve göreneğimiz, hassasiyetlerimiz, inancımız… “Bu sokak kimin” sualini soruyorum kimi dost meclisinde. Ekranlardan taşan hayatlar, renkli ve şatafatlı yaşamlar bu sokağı başka bir şekle büründürdü.
Gençler için söz yerine örnek fiil daha etkili kesinlikle. Sorgulamaktan çekinmiyorlar, buldukları cevaplar üzerine ya da kabul ettikleri kalıp üzerine düşünüp kendi cevaplarıyla kurguluyorlar hayatı. Sormaktan, araştırmaktan, sorgulamadan yana bir mahzur yok lakin onlara verilecek cevaplar bizler tarafından sağlam temeller üzerine inşa edilmeli. İnsan olmanın gerektirdiği insani, vicdani ve ahlaki temeller, “iyi” üzerine yükselmeli.
Daha ben “ne dedim gençlere” sualinin cevabına geçemeden sayfanın sonuna geldik. Mevzu mühim, mevzu kıymetli ve derin. Sonraki yazılarda devam edeceğiz anlaşılan.