Namazlarımız, Neden İyilik Üretmiyor?

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

İslam dininin insanlığa yönelik en büyük hedefi, insanlar arasında, sevgi ve dayanışmayı, yardımlaşma ve paylaşmayı, düşeni kaldırmayı, muhtaç olanlara el uzatmayı teşvik etmek, her türlü sıkıntı ve mutlulukların paylaşıldığı ortak bir insanlık şuuru oluşturmaktır.

İslam’ın Müslümanlara yüklediği sorumlulukların başında iyilikte yarışmak ve iyiliğe engel olanları kınamak gelir. Hatta bununla ilgili Kur’an’da müstakil olarak “Mâûn Sûresi” vardır. Bu sûrenin merkezinde değiştirici ve dönüştürücü olarak “namaz”a dikkatler çekilir. Sözlükte “dîn”, karşılık manasına gelir. Herkes bu dünyada yaptığının karşılığını ahirette alacaktır. Nitekim, “Mâliki yevmi’d-dîn” âyetinde, her şeyin karşılığının verileceği günün mutlak sahibinin Allah olduğu ifade edilir. O halde âhiret, insanın dünyadaki iyi ya da kötü eylemlerine göre karşılığını hakkaniyet ölçüleri içerisinde alacağı bir gün demektir. Orada zerre miktarı bir iyiliğin de zerre miktarı bir kötülüğün de karşılığı verilecek, hiç kimseye asla zulüm yapılmayacaktır.

Öte dünya inancı olmayan kimselerin ekseriyetinde bir vicdan vardır, ama bu vicdan Allah’a hesap verme şuuruyla beslenmediği için o kimse açısından iyilikte bulunmanın da bir manası yoktur. Bu kimseler bencil ve müstağni oldukları için toplumda yetim ve yoksul kimseleri kendileri desteklemedikleri gibi, destekleyen kimselere de mani olurlar, engel çıkarırlar. Kur’an bu tür kimselerin tavrını dini yalan saymak olarak nitelendirir.

İslam, ilk günden itibaren gerçek ve samimi dindarları yetim ve yoksullara yardım etmeye özendirmiştir. Toplumun en zayıf tabakalarının iktisadi açıdan güçlendirilmesi için başta zekât, infak gibi bireysel yardımları teşvik etmekle kalmamış, bunu kurumsal bir çerçeveye oturtarak sosyal yardım müesseselerini kurumsal bir kimliğe büründürmüştür. Amaç, sosyal yardımların daha verimli, daha düzenli ve sürekli hale getirilmesini sağlamaktır. Mâûn Sûresi’nde bu ahlakî güzellikleri insana telkin edenin namaz olduğu hatırlatılır. Eğer namaz kıldığı halde bu namaz onları; iyiye, güzele, düşeni kaldırmaya, muhtaçlara el uzatmaya teşvik etmiyorsa kınanır:

Vay haline o namaz kılanların ki, Onlar namazlarının özünden uzaktırlar.” (Maun, 4-5). Bu âyetlerin anlamını geçenlerde yaşadığım bir olayla daha canlı bir şekilde yaşadım. Kurban Bayramı arifesinden bir gün önce camide cemaatle sabah namazının farzını kılıyoruz. Yanımda 30-35 yaşlarında bir delikanlı var. Birince rek’atın sonuna doğru garip sesler çıkarmaya başladı, gömleğinin düğmelerini çözdü, oh-pof sesleri hızlandı. İkinci rek’atın başında hafif sakinleşir gibi oldu, tekrar of sesleri çıkarmaya başladı ve yere oturdu. Tahiyattan sonra imam selam verince, yüzüne baktım, bembeyaz kesilmiş. Kardeşim hasta mısınız? diye sordum. Kalbini işaret etti. Hemen cemaate seslendim, arabası olan var mı? Telefonu olan var mı ambulans isteyelim? diye.. Hiç ses gelmedi. Sadece imam arkadaşımız cübbe ve sarığı ile birlikte koştu, delikanlıyı arkalarda bir yere taşıdık, birlikte. Cemaat hiçbir şey olmamış gibi tesbihat ve dualarına devam etti. Biz din görevlisi hocamızla birlikte hastanın başında bekledik. Ambulans gelince delikanlıyı bindirdik ve hastaneye gönderdik. Camiden çıkan cemaat ise, gelip ne oldu diye hiçbir şey sormadan dağılıp gitti. Cemaatin bu duyarsızlığı karşısında çok etkilendim. Kendi kendime tekrar tekrar; “Vay haline o namaz kılanların ki, Onlar namazlarının özünden uzaktırlar” (Maun, 4-5) âyetlerini okudum. Yine kabahati kendimde buldum. Niçin bu cemaati doğru dürüst eğitmedik, neden bu insanlar âcil hasta olan kardeşleri konusunda kıllarını kıpırdatmayıp hiçbir şey olmamış gibi nafile olan ibadetlerine devam ettiler? Neden kıldıkları bu namaz düşen bir Müslümanı ayağa kaldırmak için onları harekete geçirmedi?

Hepimiz bu sorulara cevap bulmakla mükellefiz, diye düşünüyorum.