Yaşadığımız çağda vahşi kapitalizmin pençesine düşen mü’minlerin çoğu, seküler bir zihniyetle donanmanın sonucu infak ve bunun doğurduğu sosyal yardımlaşma ve dayanışma eylemini zayıflatmışlardır. Bu yeni durum: “Mutfak, tuvalet ve banyo” arasında yeni bir yaşama alanı oluşturmuştur. Globalleşme ile birlikte bütün bir dünyayı etkisi altına alan modern proje, Müslümanları da etkilemiştir. İnsanın bakışını ilahi olandan buraya, ebediliği yeryüzüne çevirmiştir. Bunun adı, bakışları, eşyanın kendisine sabitleştirerek, dünyevî merkezli bir huld düşüncesidir. Böyle bir zihinsel yapı, insanı daha çok zevk peşine sürükler ve tutkulara yönlendirir. Çünkü özde dünyevîleşmenin büyüleyici bir çekiciliği vardır ki, insan hikmet ve irfandan koptuğu anda dünyevileşmenin yarattığı câzibe alanının dışına çıkamaz.
Kur’an, “ebedîlik” düşüncesini burada, şimdide arayan insanın ruh halini çok güzel tasvir eder:
“İnsana nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirip yan çizer; ona bir de zarar ziyan dokunacak olsa iyice karamsarlığa düşer.”( el-İsrâ 17/83).
“Ve o, mal sevgisine de aşırı derecede düşkündür.” (el-Âdiyât 100/8).
“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde "Rabbim bana ikram etti" der.” “Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise "Rabbim beni önemsemedi" der.” (el-Fecr 89/15–16).
“(O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder.” (el-Hümeze 104/3).
İslam, servetin biriktirilerek, belli ellerde dolaşmasına karşıdır. (el-Haşr 59/7).
Sermaye, üretime dönüştürülmesi gerekir. Eşyayı biriktirmek bir Protestan ahlakıdır. Böyle bir ahlak ise, kapitalizmi doğurur. Neticede biriken sermaye, dindarları sekülerleştirir. Sekülerleşmiş bir insan, sınır tanımaz bir hırs yarışına girer, artık bu ihtirasın bir sınırı yoktur.
Gönlü aç olan kimsenin gözü asla doymaz. İslam’da aslolan, gözün doyurulması değil, kalbin, kanaat ahlaki ile doyurulmasıdır. Eğer böyle bir tedavi uygulanmazsa, sınır tanımaz ihtiraslara bürünmüş servet düşkünlüğü, her türlü kötülüklere kaynaklık edebilir. Bu sebeple mü’minler, eşyayı bir araç olmaktan çıkarıp gaye haline getiremezler. Kalpler eşyayı ve serveti zikirle değil, ancak Allah’ı zikirle huzur bulur. Eğer para, makam-mevki, yat-kat ve her türlü nefsani ihtiraslara dayalı bağımlılık kalpleri istila ederse, kalpler put haneye dönüşebilir. Böylesi bir kalb ise sakimdir, hastadır. Kalb bozulursa bütün azalar bozulur ve Yaratan’a başkaldırır.
İslami dünya görüşünde eşya, servet, mal-mülk, ihtiyaçları karşıladığı sürece bir anlam ve değer ifade eder. Harcamalar, ihtiyaçlar ötesine geçtiği zaman, insanı, faziletli davranışlardan soyutlar ve felaketlere vasıta kılar. Bununla da kalmaz, insanı Allah’a ihtiyaç hissetmeme, Allah’a rağmen yaşama gibi bir talep oluşturur ki, bunun neticesi, şirk ve küfür bataklığına düşmektir. Çünkü gaye haline getirilen eşya, artık ilahlaştırılmıştır. Bu şirk noktası insanda ebedilik düşüncesini burada, şimdide aramayı kamçılar. Bu tür itikadi sapmaların asıl sebebi, mü’minlerin, Allah’ı, gereği gibi takdir edemeyişlerindendir. İnfaktaki gerileyiş, beraberinde imandaki gerileyişi de getirebilir.
O halde mü’minler, eşya ile olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmelidirler.