Yıllar önce Bosna-Hersek’te Sırplar tarafından zulme uğrayan Boşnakların durumu ve onlara uygulanan işkenceler hayli korkunçtu. 1992-95 yılları arasında yapılan bu soykırım bende çok büyük bir iz bıraktı. Çocuk değildim o dönem lakin bu kadar korkunç bir vahşetin ağırlığını kaldırabilecek kadar büyük bir yüreğe de sahip değildim belki de… İnsan olan böyle bir vahşeti işleyemez bu kadar cani olamazdı… İnsanlıktan nasibini alamamış veyahut insan görünümünde yaratık tarafından olabilirdi ancak. Yaratık diyorum çünkü merhamet, şefkat, ve sevgi duygusunu taşımak sadece insana mahsus bir şeydir. Büyük bir soykırım işliyorlardı. O dönemin Sırp Generali Boşnakları öldürürken Osmanlı’dan, ve asıl Türkler den intikam aldıklarını açık ve net bir şekilde dile getirerek nefretini kusmuştu…
Sırp denildiğinde hâlâ daha kanım donuyor.
Toprak kavgası gibi görünse de, aslında bu soykırımın altında köklerinde Müslümanlık olduğu için işlendiği yatıyor ve buda alenen ortada idi. Müslümanlıklarının sadece köklerinde olduğunu diyorum çünkü bir çoğu Müslüman idi ama İslam’dan bir haber yaşıyorlardı. Boşnak bir ablanın ‘’Biz sözüm ona Müslümanız evet ama Müslümanlıkla hiçbir alakamız yoktu, masamızdan içki eksik olmazdı, dinimizi unutmuştuk, Sırplar bize Müslüman olduğumuzu hatırlattı ve bundan sonra gerçek kimliğimizle yaşayacağız’’ sözleri çok ilginç daha da ilginç olanı, dinsizlerin sayesinde, dinlerinin farkına varan bir toplum…
Neden bilmiyorum ama bende yaratmış olduğu etki hâlâ daha erimiş değil…
Gelelim günümüze… Değişen hiç bir şey yok. Senaryo aynı. Aktörler aynı. Mekan ve figüranlar değişiyor sadece. Bu sıkıcı filmlere seyirci kalmak nereye kadar sürecek bilemiyorum. Söylenecek çok şey var elbette… Her biri küçük kırıntılardan oluşup büyük bir lokmaya dönüşüp boğazıma takılıyor ve kelimelere dökmekte zorlanıyorum. Harfler bile bir araya toparlanıp, bu utanç verici vahşeti, zulmü anlatmaya haya ederek dağınık kalmayı tercih eder gibi.
Ülkemize sığınan mülteciler için insanlarımız yardımını esirgemiyor ve elinden gelenin en iyisini yaparak ellerinden tutmaya çalışıyor. Ama bunun yanı sıra ‘’ kadın ve çocukları anladık da erkekleri neden geldi, korkusuzca savaşması gerekmiyor muydu?’’ diyerek farklı eleştiriler sunuyorlar.
Orada adil bir savaş yok, orada adalet yok, orada top tüfek ile savaş yok. Acımasızca işkence altında insanları kan kusturma var! İşkence videoları ortada. Ölende Allahu Ekber diyor, öldüren de… Yani buradaki savaşın boyutu çok başka iyice düşünüp analiz yapmakta fayda var. Boş boş konuşup nara atmak kolaydır, hadi başımızı iki elimizim arasına koyup, kendimizi bir dakikalık oradaki insanların yerine koyup derince bir empati kuralım… Çocuklarımızı bomba seslerinin altında kulaklarını tıkayarak çığlıklar altında inlemesini düşünelim…
Bence hiç kimse bunu düşüncesinde bile barındırmaya cesaret edemez…
Peki tüm bunları yaşayan çocukların, insanların ne eksiği ya da fazlalığı var?
Öncelikle şunu bilmek gerekiyor ki, onlar muhacir, biz ensar konumundayız. Ne olursa olsun Türk milleti misafirperver ve yardımsever bir millettir. Bizler bize düşen görevi itinayla yerine getirelim takdir Allah’ındır zaten. Tabi şunu da söylemeden geçemeyeceğim, hepsi hak ediyor mu?
Hayır…
Ama kurunun yanında yaşı yakmamak en doğru hareket olmalı. Hiç kimse vatanını bırakıp hor görüldüğü yerde yaşamak isteyebilir mi? Kendi bayrağı altında özgürce yaşamak bir insanın en onurlu arzusudur… Zaten onuruna, toprağına sahip kişilikler savaş bittikten sonra ülkelerine dönme hayalleri kuruyorlar. Savaşın bitmesi için dua ederken dünden itibaren Rusya’nın havadan İran ve Hizbullah’ın da karadan sivil halkı vurmasıyla daha da sancılı günlerin başlamış olduğunu görüyoruz…
Öfke ile kaldırdığım eller şahit olsun;
Kaba mollalık, gösterişçi dindarlık, sığ mücahitlik, kokuşmuş taraftarlık, kahrolası mezhepçilik! İndirdiğin din bu değil. Biz bunlardan beriyiz. Şahid ol ya Rab!