Haber sayfalarını incelerken” Bedirhaber.com” sayfasında “MÜSLÜMANLARIN YÜZ KIZARTAN İSLAMİLİK SIRALAMASI” başlığı dikkatimi çekti, detaylarını okudum. Özetleyerek bu ilginç araştırmayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
ABD George Washington Universitesi’nde İranlı Prof. Hossein Askari başkanlığında kurulan bir araştırma gurubu tarafından “İslami ideallarine en çok uyan, İslamın emirlerine uygun toplum yapısı oluşturabilen ülkeler” yaptıkları araştırma neticesinin sonucunu paylaşmışlar.
Prf. Hossein Askari’nin bu araştırma ile ilgili “İslam’ın temel değerlerinin şeriat kuralı ve dine dayalı yöntemler” olmadığını ifade etmesi, araştırma neticelerinin değerlendirilmesi açısından önemlidir.
Dünyanın 208 ülkesi arasında yapılan karşılaştırma sonucunda Yeni Zellanda, Lüksemburg ve İrlanda ilk üç sırada yer almakta.
Türkiye bu sıralamanın 103. Sırada yer alırken, Suudi Arabistan ve İran ilk yüzde yer alamıyor.
Bu araştırmanın dayandığı kavramlar ile ilgili açıklamayı paylaşmak, yapılan araştırmanın yönünü daha iyi anlamamızı sağlalayacaktır.
“Kur’an-ı Kerim’de yer alan tavsiye, ideal ve değerlere göre bir ülkede iyi işleyen kurumlar bulunması, ülkeyi yönetenlerin de halkla aynı şekilde kanunlara ve kurallara uyuyor olması, toplumun siyasi ve özgürlük temelleri üzerine inşa edilmiş olması, toplum temellerinin oturduğu prensiplerin de ekonomik gelişmeye olanak sağlaması gerekiyor.”
Bu araştırmayı okuyunca Rahmetli dedem Kutri Ahmet Efendinin “BİR BELDENİN MÜSLÜMAN BELDESİ OLDUĞU NASIL ANLAŞILIR” konulu vaazını, bu yazının devamında paylaşma gereğini duydum.
Değerli ağabeyim (amcaoğlu) araştırmacı yazar Ahmet Mutluoğlu’nun birinci şahısların ağızdan aldığı bilgilerin doğrultusunda kaleme aldığı yazısından özetleyerek sunuyorum.
Dedem; İstanbul Suleymaniye’de Kepenekçi Medresesi’nde hocalık yapmış, Milli mücadele döneminde l.Meclisin açılışında bulunmuş, Ankara cıvarında çeşitli görevlerde yapmış, daha sonra memleketi Trabzon ili Çaykara ilçesi Taşören köyüne yerleşmiş.
Köyde talebe okutmaya, camilerde vaaz etmeye devam etmiş. Kendisinden yararlanmak isteyenlere hanesini devamlı açık tutarmış.
Vaazlarının birinde konu “MÜSLÜMANLIK” olduğundan,” BİR BELDENİN MÜSLÜMAN BELDESİ OLDUĞU NASIL ANLAŞILIR” sorusunu cemaatine yöneltir.
Aldığı cevaplar;
-O beldede cami varsa, Ezan-ı Muhammedi okunuyorsa,
-Namaz vakti camide kalabalık bir cemaat varsa,
-Beldede erkek ve kadınlar İslami kıyafetlerle dolaşıyorlarsa,
-Ramazanda oruç tutuluyor, teravih namazı kılınıyorsa, o belde MÜSLÜMAN BELDESİDİR.
Verilen cevapları teker teker not ettikten sonra, vaazının devamında şöyle der.
“Muhterem cemaat, bir memlekette caminin bulunması, o camide namaz kılınması, o memleketin Müslüman memleketi olduğu anlamına gelmez. Zira biliyoruz ki; Müslüman olmayan birçok ülkede, azınlık olarak yaşayan Müslümanlar için camiler vardır ve o camilerde ezan okunur, namaz kılınır...”
“Sözü geçen yerlerede, Ramazan orucu tutulur, teravih namazı kılınır, kurban kesilir, yine de aralar Müslüman diyarı değildir. Olamazlar! Çünkü onların kimi Hiristiyan, kimi Budist, kimi de Yahudi memleketidir...”
“Muhterem cemaat! Müslümanlık, sadece camilerle, sadece ezanlarla, sadece ibadetlerle olmaz. Bunlar Müslüman olmak için elzem olan araçlar ve akidelerdir. Hakiki mü’min tavır ve hareketinden tanınır. Çevresine verdiği güven duygusu ile bilinir.
İşte muhteremler, işin can alıcı noktası buradadır. Eğer bir köyde, bir beldede, bir kasabada, bir şehirde veya bir memlekette, kuşlar insanların avucundan çekinmeden yemlerini yiyebiliyorlarsa, karınlarını doyurabiliyorlarsa, o diyar Müslüman diyarıdır.”
Günümüzde yapılan araştırma sonuçları ile, geçmişten aktarmaya çalıştığım anektod arasında bir bağ kurarak nerede durduğumuzu, nasıl yaşadığımızı daha iyi anlamak durumundayız.
Yazının sonunda Rahmetli Mehmet Akif Ersoy’dan paylaşılan dörtlükleri ile yazımızı sonlandıralım.
“Müslümanlık nerede, bizden geçmiş insanlık bile...
Alem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse: Hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir. “