Ne kadar çok savaşa girip çıkıyoruz farkında olmadan. Her savaşta yeni bir kılıç darbesi daha alıyoruz. Öldürmüyor ya bu ruh savaşları o yüzden cepheden cepheye koşuyoruz her gün. Aile, eş dost, çocuk, para, sağlık hangi cephe kaldı savaşmadığımız, yara almadığımız. Bu gizli savaşın acısına sarılmıyor sargı bezi. Harp safında yer alıyor savaşçılar, kiminin kalkanı alkol şişesi, kiminin ki duası. Kölelerin savaşıysa bir başkaydı, hatırlayınız bir dönem mehteran etkisi yapan Müslüm Baba şarkıları vardı. Öyle gaza geliyordu ki dinleyenler çekiyordu kılıç niyetine jiletini ve başlıyordu etlerini doğramaya. Doksanlarda bir kısım alt tabaka böyle savaştığını zannetti dünyayla. Peki müzik denilen meret miydi bu dışa vurumun tetikçisi ? Yoksa insanın etlerini diken diken eden bu yaklaşımın ardında başka bir sebep mi yatıyordu?
Doksanların ergen ve yetişkinleri ekonomik krizler, işsizlik ve faili meçhullerle devletin çeteye dönüştüğü bir devirde bulmuştu ruhlarını dindirecek ayini; Şeyh Müslüm Baba, alt tabaka müritler ve tesbih yerine jiletler. İşte pusulası şaşırmış bir ruhun içine düştüğü üç bıçaklı girdaplardı bunlar. Kimse önemsemedi jileti, zabıtadan kaçan tezgahtarlar ve Şener Şen filmindeki kadın jimnastikçi Nadia Comaneci'nin önemsediği kadar. Çünkü Müslüm Baba pavyon masalarını bırakıp, bir bar taburesine henüz çıkmamıştı. Ve her şarkıda bir porsiyen jilet yiyenler elitler değil, mahalle kızlarının bile kıro diye yüz vermediği kesimdi. Ne yapsalardı yani kendilerini kesmeyip ? İnternet mi vardı ki Mevlana'nın ve Bob Marleyin sözlerini, ya da sevgililerinden ayrılınca "la tahzen (üzülme)" yazan ayetleri paylaşsınlar. Şimdinin yüz seksen karakterlik twitlerine denkti vücut kesikleri.
Müslüm Babanın şarkıları aslında ufak bir bahaneydi. Müslüman Baba o dönemde Mozart'ın Senfonilerine ses olsa, ilhamını jiletten değil testereden yana kullanabilirdi şeytan. Yok artık demeyin, arabeskin eskortu jiletten sonra, rockın kavalyesi olmadı mı kediler. Kedileri diri diri kesip kanını içen liseli kızları hatırlayın, jilet daha masumane durmuyor mu onun yanında? “Bu Akşam Ölürüm” şarkısını dinleyince, kimsenin aklına eceliyle ölmek gelmedi. Birer birer çıkıp İstanbul Köprüsüne, boğazın fokur fokur kaynayan sularına bıraktılar kendilerini. Söyleyin jilet daha cana yakın gelmiyor mu bunun yanında ? “Özgür Kız” şarkısı çıktığında hatırlayın kızlarımızın nasıl ve ne kadar özgürleştiklerini. Annesini sevgilisine öldürtenleri ne çabuk unuttuk. O halde Senfoniyle testerenin bir arada anılması garip olmasa gerek, sen yeter ki ruhunu puslu havaya sürmüş insanları göster.
Çağdaşlık, modernlik adına koskoca bir nesli şirazesinden çıkardılar. Dönemden döneme değişmeyen gerçekler lazım bizlere. Yılların Müslüm Babası Murathan Mungan şiirlerini okuduğunda elit olmamalıydı. Değişmeyen gerçek lazım ruhlarımıza ezelden ebede tek ses. Müslüm Baba öldüğünde onu sahiplenen ses neyse o lazım. İki ezan arasında bir hayat sürülecekse kıyama kalkmalı ruhlar. Ve İsrafil'in surundan çıkan sese aşina olmalı kulaklar. Ne diyordu Barış Manço;
Sen öyle devekuşu gibi , şaşkın şaşkın bakınırsan
Bir gün duyarsın elbet Dıral Dede'nin düdüğünü. (Dıral Dede :İsrafil, Düdüğü Malum)
Süleyman Mücahit İYİYOLBULAN