Musiki yazısı gibi olsa da...

Sıtkı Yonca

            Beni tanıyan dostların, musiki yazısı…Sen ha? diyeceklerini biliyorum. Mahcup olma pahasına da olsa yazacağız. Biliyoruz, musiki ses, kulak, beyin ve algıların ortak yönetimiyle ilgilidir ama‘’guguk’’ diye bir okul şarkısının 50 yıllık trajedisi var yüreğimde. O zaman için çok acıklıydı ama şimdi artık komedi olarak kullanıyorum anlatırken.

                Olayı burada anlatmak zaten gereksizama şunu söylemeden geçmeyeyim. Musikiye karşı ilgim değil;  kabiliyetim yok. Kaç tane parça var güfteli besteli  hafızanda kayıtlı derseniz ; 3-4 TSM’den,4-5  de THM…Hepsi bu. Ben Batı’nın Beethoven’ı, Mozart’ını  bile dinlemem ki  popunu, rockunu  dinlesem.

                1. Dünya Savaşı yılgını, hayat kaçkını, akıl, hikmet ve irfan yoksunuyıkıcı tiplerin uydurduğu,TristanTzara’nın öncülük ettiği Dadaizm diye Batı’nınbir  edebiyat akımı vardır. Dadaistlerin torbadan tombala numarası çeker gibi aklına gelen kelimeleri havaya atıp yere düşeni yakalayarak kağıda dizmelerine işte size edebiyat dedikleri gibi, rockcularpocularda aklına gelen kelimeleri elinde ki gitarın tellerine vurup al sana müzik diyorlar. Ne duygu var ne sevgi, ne saygı var ne erdem!..Allah’ın(C.C.) eşyada yarattığı ahenk, armoni bile kayboluyor; sanki duygusal bir coşku yaşıyormuş gibi sahnede tepinirlerken.

                Ahmet Haşim, ‘’Bize Göre’’ isimli eserine de aldığı ve 6 Haziran 1928 tarihli İkdam Gazetesinde yayınlanan ‘’Basit Bir Mesele’’ başlıklı yazısında, bir âmânın çaldığı kavalın, şehir dışındaki bağ ve bahçeleri, Nişantaşı’ndaki modern apartmanların karşısına nasıl getirdiğini anlatır; modern geçinenlere ‘’beğenmediniz mi’’ diye alaylı bir soru sormayı da ihmal etmeden. Arkasından da buasrilerin gurur putunu  kırmak için altın vuruşu  yapar; Marsiyas (Yunan mitolojisine göre flüfü icat eden çoban) Apollon’un (Yunan tanrıçası)mağrur rebabını  hakir kamış düdüğüyle mağlup etmişti biliyorsunuz diyerek.

                Şu musiki tanımının inceliğine de bakar mısınız?

                ‘’Kıyafeti, şekli, vaziyeti hep kendi aleyhine olan bu zavallı sokak mızıkacısının perişan bedeni, İlahi sırrın mahfazasıdır. İşte sanatkar budur. Dikenli  bir fidanda ‘’gül’’ mucizesinin varlığını doğal bulanlar,sanatkarın maddiyat ve maneviyatı arasındaki farka hayret etmemelidirler.Adım atmak için bile bir başkasının yardımına muhtaç olan ve kuru ekmekle beslenen bu gözsüz ve aciz insan, maneviyat sahasında bilakis kudretli ,desteksiz bir hükümdardır. İstediği dakikada bize titreme  gömleği giydirmek için bu adamın bize görünmeye, bizi ikna etmeye, söz söylemeye ihtiyacı yoktur. Musikinin her hamlesi, hünerinin hem  nazariyesini, hem de lezzetini dinleyene  bir anda telkin ediyor. İşte sanat, işte hakiki sanat budur! Ötesi laftır.’’

                Usta akşam şairi Nişantaşı,Kadıköy, Şişli  sakinlerini eleştirirken bile edebi ve ahlaki ölçü kullanıyor; onların kibir kafeslerinde  mahkum olarak yaşadıklarını bildiği halde. Çünkü biliyor ki hayat edeptir. Edepse,kavalcı  âmâgibiinsan olmaktır; sosyal medya ve CHP’nin küfürbaz Sözcü ve Cumhuriyet yazarları anlamasa da…Selamlar.