İslam’da muhalefet, “muaraza” kavramıyla ifade edilir. İktidarın denetlenmesi ve siyasete katkıda bulunma muhalefet sayesinde olur. Muhalefet her ne kadar muhalefetse de sorumsuz değildir. Muhalefetin ve iktidarın ortak görevlerinden birisi, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırmadır. İslam’da iyiliği emretme ve kötülüklerden alıkoyma görevi, hem fert ve hem de toplumun omuzlarına yüklenen en önemli görevler arasında sayılır. Bu konuyla ilgili Kur’an’da şöyle buyrulur: “Sizden hayra çağıran, iyiliği (ma’rûf) emreden ve kötülükten (münker) men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (3/Âl-i İmran 104, 110).
Bu ayetlerde geçen “ma’rûf” kavramı, sağlam akılların güzel ve yararlı kabul ettiği şey, “münker” kavramı ise, sağlam akılların çirkin ve zararlı bulduğu şey manasına gelir. Ma’rûf, doğrudan evrensel değerlerle ilgilidir. Âl-i İmrân Sûresi’nin 104. âyetinde geçen “min” edatı, teb’izî manasına olup, bu görevin bir topluluğa ihale edileceği anlamı çıkarılır. Bu işi üslenecek “cemaat” bir sivil muhalefet hareketi demektir. Müslümanlardan özel uzman bir topluluğun iyiliği teşvik etme ve kötülüklerden sakındırma görevini yerine getirmesiyle toplumun diğer bireylerinden bu sorumluluk düşer. Dolayısıyla, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma görevi, farz-ı kifâye olarak değerlendirilmiştir.
Tarih boyunca iyiliği yaymak ve kötülüklerle mücadele etmek, sadece Müslüman ferde vacip değil, aynı zamanda siyasi iktidarın da en önemli görevlerinden birisi sayılmıştır. İslam müesseseler tarihinde, doğrudan siyasi yönetimle ilişkili olan bu görevin adı hisbe teşkilatı olarak bilinir. İyiliği emretme ve kötülüklerden alıkoyma vazifesinin Müslümanlardan sınırlı bir “cemaate/topluluğa” havale edilmesi bu topluluğun idari yönetime bağlı ayrı bir birim olduğu anlamına geldiği gibi, sivil bir örgütlenme biçimi anlamına da gelir.
İslam toplumunda ifade özgürlüğü en az yargının bağımsızlığı kadar önemlidir. Bundan dolayı, iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma görevi ifade özgürlüğünü ortadan kaldıracak boyutlarda yapılmamalıdır. Bu yapılanmadan amaç, insanların yaşadığı toplum düzenini bozacak ve kamu ahlakını ihlal edecek kimseleri en güzel bir biçimde uyarmaktır.
Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin sünnetinde, emaneti üslenme ehliyeti ve emanetin ehline verilmesi son derece önem arz etmiştir. Çünkü emanet, korunması ve yerine getirilmesi gereken temel haklardandır. Hak sahibine hakkını, her işi ve görevi ona ehil olana vermek adaletle ilgilidir. Bu durum, emanetin kamu görevi ve liderlik anlamıyla kullanıldığı pek çok hadiste kendisini gösterir. Örneğin, Hz. Peygamber, Sahabeden Ebu Zerri’l-Gıffarî’yi (r.a) bir göreve tayin ederken ona şunları söylemiştir: “O bir emanettir. Kıyamet gününde hakkıyla alan ve yerine getirenlerin dışındakiler için pişmanlık ve rüsvalıktır.” (Müslim “İmâre” 16).
Âdil bir yönetim, eşitlik ve emanetleri üslenme ehliyeti ve bu ehliyetin kamu işlerinde gözetilmesi toplumsal düzenin sağlıklı işlemesinin olmazsa olmaz ilkelerindendir. Bu nedenle, Hz. Peygamber’den gelen rivayetlerde, bir toplumda emanetlerin ehline verilmeyip, ehil olmayanlara verilmesi kıyamet alametlerinden sayılmıştır. (Bkz. Buharî “İlim” 2; “Rikâk” 35). Dolayısıyla, muhalefetin en önemli görevleri arasında iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma bağlamında sorumlu siyaset yapma görevi yer aldığı gibi, aynı oranda iktidarı sorumlu olmaya davet etme görevi de yer alır.