Camilerin daha cazip hale gelmesi, biraz da kürsü ve minberlerde anlatılan konularla ilgilidir. Din dilinin güncellenmesi, hurafe, bidat ve uydurmalardan arındırılması gerekir. Çünkü din dili, dinin zamana ve insana taşınmasında çok önemlidir. Günümüz Müslümanlarının en temel meselelerinden biri, din dili meselesidir. Din eskimez ama dil eskir. Babaları ve dedeleri ikna eden dil, bugün artık evlatları ve torunları ikna etmiyor. Yeni din dilimiz; taklide değil, tahkike, uydurma rivayetten uzak olarak hakikatin kendisine dayanmalıdır.
Geçtiğimiz Mevlid-i Nebi haftasının cumasında hızlı trenle Konya’dan Eskişehir’e gitmiştim. Cumayı orada kılıp Kütahya’ya geçtim. Eskişehir tren garına yakın bir camiye gittim. Biraz sonra hoparlörden vaaz başladı. Mevlit kandili dolayısıyla konu Rasûlullah (sav)’in hayatından kesitler idi. Konuşanın vaiz mi Müftü mü? Olduğunu sordum, “müftü” dediler. Müftü efendi besmele, hamdele ve salveleden sonra “Ey Muhammed! Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım” uydurma hadisiyle söze başladı ve yaklaşık 45 dakika konuştu.
“Devlet başkanı olarak, cemaat lideri olarak, kadı/hâkim olarak, ordu komutanı olarak, imam olarak, baba olarak, dede olarak, eş olarak Peygamberimiz” veya “Peygamberimiz ve Çocuklar”, “Peygamberimiz ve Gençler”, “Bir Eğitimci Olarak Peygamberimiz…” gibi örnek alacağımız bir sürü başlık varken, 23 Nisan merasiminde görevlendirilmiş bir çocuk edasıyla ve uydurma sözlerle Rasûlullah’ı (sav) tanıtmak artık cami cemaatini ve özellikle gençleri tatmin etmiyor ve bu yönüyle camilerimiz cazibe merkezi olamıyor. Camilerimizdeki hatipler, artık tahkik ehli olarak rivayetlerin doğrusunu yanlışından, sahihini sakiminden ayırt ederek hurafe ve bidatten arınmış yeni bir din diliyle cemaatin huzuruna çıkmalıdır. Hele bu hatipler müftü iseler ağızlarından çıkan söze çok dikkat etmeliler.
Şimdi Eskişehir gibi metropol bir şehrin müftülük makamına oturmuş birinin “Levlâke levlâk, lemâ halaktu’l eflâk/sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım” sözünün, peygamberimiz tarafından söylenmediğini ve “O söyledi” diye uydurulup Rasûlullah’a iftira edildiğini bilmeliydi.
Bu sözün, tasavvufçuların dilinde dolaşan ve Rasûlullah’a izafe edilen uydurma bir söz olduğunu, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhittin Uysal tarafından kaleme alınmış olan “Tasavvuf Kültüründe Hadis” adlı eserden alıntılar yaparak ortaya koyacağız.
“Sen olmasaydın bu kâinatı yaratmazdım” sözünün İbn Arabi tarafından nakledilen lafzı “Sen olmasaydın Ey Muhammed! Ne gök yüzünü, ne yer yüzünü, ne cenneti, ne de cehennemi yaratırdım” şeklindedir. (İbn Arabi, Futuhât, I/355; II/301).
Ali el-Kâri, Aclûnî ve Şevkânî hadis hakkında Sâğânî’nin “uydurmadır” hükmünü naklettikten sonra, İbn Hacer, Ali el-Kârî ve Aclûnî “Hadis değilse de manası sahihtir” açıklamasını yapmışlardır. Benzer bilgileri nakleden Leknevî ve Elbânî de onun uydurma olduğuna hükmetmişlerdir. İzmirli İsmail Hakkı da onun, hadisçiler tarafından Peygamber sözü kabul edilmediğini tespit etmiştir. Rivayetin, mana olarak aynı olmakla birlikte, küçük lafız farklılıkları ile çeşitli şekilleri nakledilmiştir. Bu rivayetlerden İbn Abbas’a ait olduğu bildirilen ve kaynağı itibariyle merfu’ olan birine göre Cibril (as), Peygamber Efendimize gelmiş ve “Ey Muhammed! Sen olmasaydın ne cennet ne de cehennemi yaratırdım” demiş. Yine Ali el-Kârî’nin söylediğine göre, İbn Asâkir rivayeti; “Sen olmasaydın, dünya yaratılmazdı” şeklindedir. Lafızlarında farklılık bulunsa da mana itibariyle aynı olan hadislerin uydurma oldukları kesindir. Nitekim yukarıdakiler dışında başka mevzuat kitapları da bu hadislere yer vermişlerdir.” (Muhittin Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, s.280-281, Yediveren, 2001).
Anlaşılıyor ki konunun uzmanı ilim ehlince bu hadisin uydurma olduğunda ittifak vardır. Fakat sofiyye kesimi, ilimde esamesi okunmayan “keşif yoluyla sahihtir” iddiasıyla bu sözün sahihliğinde inadına ısrarcıdırlar. Sofilerin çizgisinde olan Ali el-Kârî ve Aclûnî gibi bazı âlimler de “Söz uydurma ama manası sahih” demektedirler. Hangi kritere göre manası sahih, anlamak da zor. Bir sözün sahihliğini Kur’an ve Sahih sünnete arz edersiniz ona göre “manası sahihtir” dersiniz. “Ben dedim oldu” ile bir sözün manası sahih olmaz. Bir hüküm cümlesi kuruyorsanız, adamdan delil isterler.
Allah’ın verdiği kıymete kanaat edip onunla yetinmeyenler, peygamberlerin kıymetini artırmak için açık artırıma giderler. Mesela Hristiyanlar da Allah’ın Hz. İsa’ya verdiği değerle yetinmeyip O’na “rab”lik payesi vererek her şeyin O’nun için yaratıldığını söylemişlerdir. Uydurmacılar sadece Muhammed ümmetinde olmamıştır. Diğer ümmetlerde de Allah ve peygamberinin söylemediklerini onlara söyletenler olmuştur. Hristiyanlar Hz. İsa ile ilgili şöyle derler:
“Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır ve biz O’nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da İsa Mesih’tir. Her şey O’nun için ve onun aracılığıyla yaratıldı, biz de O’nun aracılığıyla yaşıyoruz.” (1. Korintliler 8. Bölüm 5-6).
Şimdi siz karar verin değerli okuyucular, kâinât Hz. İsa için mi yaratıldı, yoksa Hz. Muhammed (sav) için mi yaratıldı?
Bu uydurma haberlerin yanında yer alanların bazı yorumlarını okudum da gerçekten akla ziyan. Hristiyanların o inancını Pavlus uydurduğu için aslı yokmuş. Peki bizdeki “Sen olmasaydın kâinâtı yaratmazdım” sözünün ilim ehlince uydurma olduğu söylenmiyor mu? Bu sözü de bizim yerli Pavluslar uydurmuştur. Öyleyse al birini vur öbürüne.
“Her kim, söylemediğim şeyleri bana isnâd ederse cehennemdeki yerine hazırlansın!” (Buhârî, İlim, 38) mütevatir hadisine rağmen, uydurma hadislerle din inşa edenlerin vay haline…
Mevzu/uydurma bir hadisi nakleden kimse de Peygamber Efendimiz (s.a.v) adına yalan uyduran kimse hükmündedir, o da yalancılardan biridir.
Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Kim, yalan olduğu bilinen bir sözü benim hadisim olarak naklederse o da yalancılardan biridir.” (Müslim, Mukaddime, 1; Tirmizî, İlim, 9/2662; İbn-i Mâce, Mukaddime, 5/39).
Birçok mürekkep yalamıştan “Camilerdeki vaazlar, bana hiç cazip gelmiyor. Konular güncellikten uzak, hikâyeye boğuyorlar. Uydurmalarla avutuyorlar. Özellikle gençlere hiç hitap etmiyor” sözünü çok işittim.
Öyleyse camilerimizi bu durumdan kurtarmalıyız. Sezai Karakoç’un deyimiyle; “Camilerimiz; mihrabıyla bir mabet, kürsüsüyle bir mektep, minberiyle bir devlet” olmalıdır. Gerisi lâfı güzaf.